Sayfa 3/6 İlkİlk 12345 ... SonSon
51 sonuçtan 21 ile 30 arası

KULE GÜNLÜĞÜ / Gerçek İşkenceler

  1. #21
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Sahte Sanatçılar

    Sanat; güzelliğe ve özgürlüğe ulaşmayı amaçlayan önemli bir alandır. Sanata dayalı maddi kazanç elde etme planları ya da sanatın paralelinde çürümüş fikirler öne çıkarıldığında, basit bir eylem olur ki; yok olmaya mahkumdur. Sanat nedir, Sanatçı kimdir soruları hep yazılır, çizilir, karşımıza çıkar. Bu iki kavramı doğru algılamak zorundayız.

    Son zamanlarda, medyanın, sanatçı diye sunduğu bazı tiplerin davranışları, özellikle gençlerimizi olumsuz etkilediği gibi, sanata da büyük saygısızlıklar yapılıyor. Bir insanın, sanatçı kimliğini kazanması: Dünyasındaki güneşlere, yüreğindeki kaynayan duygulara, yani özgün üretimlerine bağlıdır. Daha açık ifadeyle: Sanatla profesyonelce uğraşanlar; özel bir belge sağlamak için makamlara, otoritelere gereksinim duymazlar. Alınan eğitim elbette, insanda varolan genetik temelin üzerine yapıların kurulmasına yardımcıdır. Fakat yalnızca diploma, yalnızca gösterişli yapılar, sanatçıya dair kanıtlar değildir.

    Gerçek sanatçı, ödül beklentileriyle, para kaygılarıyla yaşamaz. Yetenekleriyle, çabalarıyla kendini yaratır ve gerçekleştirir. Ateşlerde yanar, sularda boğulur, kasırgalarda sürüklenir. Ölmeden, ölümü hücrelerinde hisseder. Ölümü masaya yatırır. Yarı aç - yarı tok yaşayabilir. Doğayla, isyan etmeden hesaplaşır. Evrensel düşünür.

    Ülkemizde ne yazık ki karakterleri tartışmalı, çok sayıda kompleksli insan, arkasına karanlık insanları da alarak, kendini sanatçı göstermeye çalışmakta, basını, iletişim araçlarını işgal etmektedir. Elbette basın özgürdür ama o özgürlük: Başkalarını incitmeye, başkalarının değerlerine saldırmaya, başkalarına zorla gözlükler takmaya çalışıyorsa, bunu durdurmak üzere yaptırımlar gündeme gelmelidir.

    Ulusal kültürümüze gizlice dinamitler bırakılıyor ve yeni kuşaklar önlerine açılan yeni yollardan yürümeyi tercih ediyorlar. Alkol ve uyuşturucu tüketimi gün geçtikçe artıyor. Vücudunu, çevresini zehirleyenlerin sayısı artıyor. Küçük nedenlere bağlı işlenen büyük suçların sayısı artıyor. İlk çağlarda, mağaralarda yaşanmış ama hala yaşanan, vahşi olaylar gerçekleşiyor. Acil önlemler konusunda resmi kurumları ve politikacıları uyarmalıyız.

    Gerçek bir sanatçı, ekrandan, sadece kendini bağlayan, çok özel konularda, milyonlarca insana hitap edemez. Onların birbirlerini aldatmaları, onların gece hayatları, onların sapık yaşam biçimleri, onların hangi bardan saat kaçta çıktıkları; halkımıza eğlence, magazin adı altında sunuluyor. Bu tür programlar, halka haber değil, hakarettir ama o kadar ince ve masum biçimde veriliyor ki, çoğunlukla ilgi görüyor. Zayıf kişilikli insanlar etkilenip örnek alıyor. Sonuçta, bazı medya gruplarının etkileme ve yanıltma yöntemleri başarılı oluyor. Çünkü televizyonun doğrudan bir anlatım gücü ve çabukluğu var. Cinsellik de eklenince, hazırlanan tablo gözlerde kalmıyor, acil müdahalede hastalara takılan bir serum gibi kana karışıyor, böylece hafızalara uzun çiviler çakılmış oluyor.

    1970 ’li yıllarda Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürü İsmail Cem’in unutamadığım bir uygulaması vardı. Bugün orta yaşa gelenlerin anımsayacakları üzere; dünyanın en önemli klasik eserleri, ünlü yayın kurumu BBC’den satın alınarak çevirileri yapılmış ve gün aşırı, dönemin tek kanal televizyonundan yayınlanmıştı. Görüntünün siyah - beyaz olması, sanki filmleri daha çekici kılıyordu. Olaylar ve diyaloglar, izleyicilerin bütün güzel duygularını harekete geçiriyordu. Ağır koşullarda direnen, yoksul - onurlu insanların öykülerini nefes almadan izliyorduk. Aşık olan insanların yüreklerinde yolculuk yaparken, inanılmaz dostluk, fedakarlık örneklerini görebiliyorduk.

    Konu açıldığında; beş kişiden dördü: Ben de şiir yazıyorum, benim de çok güzel şiirlerim var, kitabımı nerede bastırabilirim acaba diyor ? Yazılanların güzel olduğuna karar verecek olan, yazarın iyi bir çizgide gittiğini belirtecek olan: Edebiyat fakültelerinde saçlarını ağartmış, gözleri yorgun fakat yüreği hala genç öğretim üyeleridir. Örneğin: Ege Üniversitesinden Prof. Dr. Gertrude Durusoy Hanımefendi. Fırsat buldukça kendisine dosyamı götürür, eleştirilerini beklerdim.

    Kişi nasıl olur da kendi amatör üretiminin güzel olduğuna inanır, karar verir ? Kişiyi geriye götüren bir iyimserlik. Önemli basamakları geçmeden, kafaca özgürlüğe ulaşmadan kalemi eline alanın, sevgilisiyle arasında geçen tartışmayı anlatması; şiir değildir. Sanat hiç değildir. Kumdan kaleler yaparsanız; yağmurla birlikte başlangıç noktasına dönersiniz.

    Edebi boyutta yerini bulan bir şiiri inceleyelim: Başlık, sözcükler ve onlara yüklenen elektrik, imgeler, benzetmeler, giriş çıkış dizeleri gibi özellikler uyumlu biçimde kullanılmıştır yazarı tarafından. Okuduğumuzda, içinde kendimizi bulduğumuz şiirler vardır. Çünkü aynı duygular bizde de mevcuttur.

    Bir metindeki iç enerji: Düşündürücü, ağlatıcı, kanatıcı, kışkırtıcı olabilir. Okunurken yüreğe akanlar; gerçek uyarıcılardır. Sözcükler aracılığıyla oluşan bu motivasyon, kişinin yaşama sevincini, sevme yeteneğini yanardağ gibi patlatabilir. Yaşamın önemli aynalarından ikisi: Edebiyat ve resimdir.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  2. #22
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Yol Bekçileri

    Son yıllarda; cilt üzerinde, sindirim sisteminde, kalp atışlarında ortaya çıkan ve psikosomatik denilen rahatsızlıklarla karşılaşıyoruz. Bu problemler, içten dışa doğru müdahale ile, iç benliği ikna ederek çözülebiliyor. Çünkü yaşanan rahatsızlık; negatif ataklarla oluşan türden. İnsanın, yaşadığı mekanları ya da koşulları sevmeyip, protesto etmesi de diyebiliriz buna. Terapiler, önerilen ilaçlar belirtileri azaltıyor ama asıl neden, iç dünyanın derinliklerinde hiç dokunulmadan duruyorsa, çözüme ulaşılamıyor. Kekik suyu içmek, kükürtlü banyo, antihistaminik tabletler, B1 + B2 vitamini almak bir parça rahatlatıcı oluyor.

    İnsanın, kendi varlığını nasıl düşündüğü, nasıl hissettiği gerçekten önemli konu. Çünkü yaşama sevincini, üretimini, ilişkilerini büyük ölçüde etkileyen şeyler: Kendi düşünceleri ve duygularıdır.

    Doğada bulunan tüm varlıklar; etkiler altında kalarak değişimlere uğramak, tepkiler vermek zorunda. Kişinin kendine karşı vermiş olduğu en güçlü tepkilerden birinin kanser olduğu tıp alanında biliniyor. Beden, sürekli sıkıntı, sürekli uyumsuzluk içinde kalamıyor, savunma sistemi zayıflayıp çöküyor.

    Varlığımıza saygı açısından, bütün yıpratıcı etkilerden mümkün olduğunca uzak durmalıyız. Örneğin: Beslenme biçimi, aşırı sigara ve alkol, aynı çatı altında yaşayan eşlerin yıllarca kavga etmeleri … Bunları bilerek sürdürüyorsak, demek ki doğrudan kendimize gelmekte olan etkiler karşısında, duygularımızı, egolarımızı iyi kontrol edemiyoruz.

    Japon bilim adamlarınca yapılan araştırmalar sonucunda, kansere karşı koruyucu etkisi kanıtlanan ve sık tüketilmesi önerilen gıdalar şunlar: Sarımsak, ısırgan otu, hurma ve kuru incir. İçerdikleri maddeler, insan vücudundaki zararlılara karşı direnen en güçlü savaşçılar olarak kabul ediliyor.

    İnsan; yaşamdan, toplumdan, dostlarından bir şeyler istiyor, bekliyor. Fakat önce kendi içinde, nelerin yanlış ya da eksik olduğunu bulmalı. Toplumu kemiren alışkanlıklar arasında, bencillik ne yazık ki hala yerini koruyor. Vermeden almayı amaç edinenler, kendi yüzlerini değil, maskelerini gösteriyorlar. Çünkü maskeleri; ruhlarının ayrılmaz parçaları. Aynaya bakmalarının hiç yararı olmayacak. Sisli ufuklarına, geçici ışıklar sağlamaya çalışıyorlar. Güneşten korkuyorlar, kendilerinden korkuyorlar, korkularının bitmesinden korkuyorlar.

    Her zaman, seçme özgürlüğüne sahibiz. Fakat kendimizi kandırmaya çalışmak; büyük saygısızlık.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  3. #23
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Kan Çivileri

    Irak’tan ulaşan son bilgilere göre: Amerika, düzeni sağlamak amacıyla, Azimiye’deki Şii ve Sünni bölgesini, 3.5 metre yüksekliğinde ve 5 kilometre uzunluğunda bir duvarla ayıracak. Duvarın yapımına 10 Nisan’da başlandı. İnsanlar kardeş gibi yaşayacaklarına, soyutlanarak, tecrit edilerek yaşamaya itiliyorlar. Kendimizi onların yerine koyalım bir an için. Onur kırıcılığın son aşaması değil mi ? Dünyanın öbür ucundan öfkeyle gelip başkalarının topraklarında bütün kötülükleri yaptıktan sonra halkı parçalara bölmek. Duvar bir zamanlar Almanya’nın Berlin kentinde de vardı. Fakat ne geçişler engellenebildi, ne de ölümler. Sonunda da yıkıldı. Sözde huzurun sağlanması adına yapılan bu çalışmanın mezhep ayırımını derinleştirmesi, tarafları tahrik etmesi kaçınılmaz. Türkmenlerin çoğunlukta olduğu Telafer kentinde ise, sık sık sokağa çıkma yasağı konmakta. Burada yaşayan insanlar depresif oldular.

    20 Mart 2003 önemli bir tarih. Anımsanacağı üzere, bundan 4 yıl önce Amerikan ordusu Bağdat’a girmişti. Irak halkını Saddam’ın baskısından kurtarıp demokrasi getireceği yalanlarıyla başlattığı işgal halen sürüyor. Yaklaşık 700 bin kişi öldü ve 700 bin kişi de tutuklandı. Yüzlerce masum insan, evlerde - yollarda aşağılandı, işkence gördü.

    Basındaki sevimsiz haberleri izlerken kafamda oluşan birinci soru: Amerika’nın neden savaşlara trilyonlarca dolar harcadığı ? Araştırıyorum: Görünen nedenlerin ve gerekçelerin tümü sahte. Asıl yürüttüğü işler: Koruyup kutsadığı İsrail’in düşman ya da tedirgin olduğu güçlü noktaları sindirmek, dağıtmak. Plan gereği bazı bölgelerde de başkalarını savaştırmak. Her zaman güç dengelerini korumak ve silah sektöründe devamlılık. Tehlikeli bir petrol hırsızı aynı zamanda.

    Kendimizden örnek: Dış destekli terör, artık gövdemizde kanser. ABD Hükümeti ve batılı egemenler, PKK’nın bitirilmesine izin vermiyorlar. Öcalan Türkiye’de mahkum mu yoksa misafir mi ? Belli değil. Londra’daki Büyük Masonlara sormak lazım. Mahkumiyeti o kadar ayrıcalıklı ki bakımına oldukça özen gösterilmekte. Terörden bıktık. Can kayıplarımızla birlikte çözümsüzlük toplumumuza rahatsızlık veriyor. Anlaşıldı ki politikacıları aşan, hükümetleri aşan, kökü uzaklarda bir yapı.

    Bu arada, Kuzey Irak’taki şımarık Kürt yönetimi, petrollerin denetiminin merkezi hükümete bırakılmasını kabul etmeyeceğini açıkladı. Petrol gelirlerinin nasıl paylaşılacağı ve günümüzde işletilmeyen petrol kaynaklarının denetiminin kimlere verileceği gibi hesaplar henüz netlik kazanmasa da, ABD’nin girişimleriyle hazırlanacak yeni yasa taslaklarının, Doğal Kaynaklar Bakanlığı tarafından tartışmasız kabul görmesi bekleniyormuş. Önlerinde başka seçenek yok.

    Halkımız arasında çok kullanılan iki deyim var: 1- İt ürür, kervan yürür. 2- Deveyi havuduyla yutmak. İngiltere - Amerika - İsrail üçlüsü, dünyanın ciğerini sökseler; insan hakları adına yapılan ve Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından da uygun görülen bir eylem. Demokrasiyi, özgürlüğü yerleştirme bahanesiyle, kendi etkisi altına aldığı ülkelerin mal varlıklarına göz diken Emperyalizm: Sınırları, haritaları dilediği gibi değiştirmeye kararlı.
    Bugün Irak halkından sağ kalanlar ölümcül silahlara direniyor, topraklarını korumak için varlığını feda ediyor. Fakat bir ülkenin her şeyiyle batırılması, aylardır, yoldaki trafik kazası gibi aktarılmakta. Çok satılan gazetelere, çok izlenen televizyon kanallarına bakılırsa, yaşananlar doğal, yani bölgede sıcak gelişmeler oluyor. Seçilen görüntülerle dünya bilgilendiriliyor. Bu kadar basit sanki. Bilmiyorum belki de ben abartıyorum. Aydın sandığım biri de şöyle dedi: Pazarlarımızda her şey bulunuyor. Çok sayıdaki kanallarımızda ne güzel sürükleyici dizilerimiz yayınlanıyor. Ne güzel mankenlerimiz var. Süper klipler çekiliyor. Hayat devam ediyor. Düşünmek, üzülmek yerine eğlenmemize bakalım. Komşudaki gürültüler oradaki yaşamın bir parçası. Baştakiler düşünsün. Sesimi çıkarmadım. Bir sigara yaktım. Daldım gittim.

    Amerika’nın İran’ı hedef aldığı ve saldırmayı düşündüğü gibi ürkütücü konular bizdeki kadar İran’da konuşulmuyormuş. Komşumuzu yıllarca hep gerici olarak bildik. Ne yazık ki bu tür yargıları insanımıza, medyamız armağan etti. Biz ilerici miyiz gerçekten ? Tartışılır.

    Dikkatimi çekti: ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney, Irak’tan 2008 yılında çekilmelerinin İran’a büyük cesaret vereceğini iddia ederek, askerlerin görev sürelerini 12 aydan 15 aya çıkardıklarını söyledi.

    İran yetkilileri: Nükleer programlarını barışçı amaçlarla kullanacaklarını defalarca belirttiler. Bu program bahane edilerek, İsrail - ABD ikilisinin bir saldırı düzenlenmesinin ters tepeceği, İsrail’in ekonomisi ve güvenliği aleyhine ciddi sonuçlar doğuracağı tahmin edildiğinden, operasyon askıda bekliyor. Bir süre önce, Oxford Araştırma Grubu ve Chatham House adlı düşünce kuruluşu: İran’a saldırmanın riskli olacağını açıklayan raporlar yayınladı. Fizikteki etki - tepki olayına çok benziyor. İran’ın, uzun menzilli füzelerini, İsrail’in Tel Aviv ve Hayfa kentlerini vuracak biçimde ayarladığı öteden beri zaten biliniyor.

    İnsanlığın yüz karası savaşlar, büyüklerin küçükleri yutmasını hızlandırıyor. Üçüncü Dünya Savaşı çıkmadı ama çıkmış gibi rengi soldu dünyanın. Her şey ortada. Ölenler öldü. Kalanlar mengenede.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  4. #24
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Anlamak Yetmez

    Güzel ülkemizin nerelere sürüklendiğini bilmek; duyarlı her Türk için önemli bir olaydır. Araştırmalarda biraz derine indiğimizde üzülerek görüyoruz ki; yeryüzündeki güçler, diledikleri zaman, yüzölçümü küçük de olsa bir ülke yaratmışlar, diledikleri zaman büyük bir ülkeyi tökezletip parçalamışlar, diledikleri bölgelerde savaşlar çıkarmışlar, programlarına uygun yönetici modellerini her şeye rağmen, iş başında tutmuşlardır. Bu gerçek, diğer gerçekleri çırılçıplak ezip geçiyor.

    Zengin ülkeler: askeri ve sanayi ürünlerinin satışlarında, kaoslar yaşanmasında, yoksul ülkeleri acımasızca kullanmışlar. Bize bakalım: Dün ufukta ucu görünen bıçak, artık kemiğimizi kesiyor. Hiç acımıyorsa, vücudumuzda bir sorun var demektir. Belki de duygularımız zayıflamıştır.

    Yakınımıza kurulan bir çark, değirmen gibi durmaksızın dönüyor. Batılı ülkeler tarafından Güneydoğuda, Ortadoğuda tehlikeli çalışmalar yapılıyor ve bütün dişliler Beyaz Saray’daki ana saatin yürümesine yardım ediyor.

    Küreselleşme hareketi; sınırlar açısından, yerli holdingler açısından, kültür birikimleri açısından bütün ulus devletlerde kaygı ve sıkıntı yarattı. Yıllardır çoğu alanda işbirliğine girdiğimiz, kredi ve malzeme almayı görev edindiğimiz sömürgeci ülkelere bir parça olsun direnebilmemiz için: Bizi, bizlerin yönetmesi gerekiyordu. En büyük başarısızlığımız budur. Kendi yağımızla kavrulmadık hiç, yağımızı beğenmedik ve ekonomide borç bataklığına saplandık, hiç çıkmamak üzere …

    Cehennemin ortasına götürüp oturttular bizi; elimize armağanlar verdiler. Yıl: 1965. İlkokula giden çocuklarımızın Amerikan malı süt tozuna ihtiyaçları mı vardı, süt kıtlığı mı vardı memleketimizde ? Hayır. Peki biz dilenci miyiz ? Hayır. Kimi yabancı ülke yöneticileri de geçmişte, agresif biçimde hiç çekinmeden, bizlerin; geldiğimiz yere, yani Ortaasya’ya sürülmemiz gerektiğini bile söylediler.

    Önümüzdeki dönem, başta ABD, İngiltere ve İsrail etiketli tüm emperyalist planların dışında kalabilmemizi sağlayacak bir dalgakıranın yapımı için, yaşadığı toprakları gerçekten seven aydınlar bugünkü mevcut engellerin nasıl aşılabileceğini acilen ortaya koymalıdır ama bu çaba, gazete köşelerinde değil, kent meydanlarında içtenlikle, yüksek sesle gösterilmelidir. Ağzımızla değil yüreğimizle konuşmalıyız.

    İsim vermeye utanıyorum, hoş değil, geçmiş yıllarda aydın maskesiyle bazı onursuz kişiler söylemlerinde: Halkımızı ve rejimimizi yargılarken lordlar sınıfında içip dansettiler sadece. İnsanları küçümseyip, egolarını sevdiler, maddi kazançlarını sevdiler. İçimizden söküp atmak için Kurtuluş Savaşı verdiğimiz ülkeleri çok sevdiler. Eşlerinin Hıristiyan olması sanki bir ayrıcalıktı. Samimi olmadıkları kanıtlandığı halde; televizyon kanallarında hayranları, meraklı izleyicileri ve piyasada ilgi gören kalın kitapları vardı onların. Halkımızı, kamu kuruluşlarımızı kasten aydınlatmadılar, uyarmadılar, ancak yapay gündemler ürettiler. Sonuçta toplumumuz, tek yumruk olmayı beceremeyecek kadar aciz pozisyonlara düştü. Daha da düşecek. İşsizlik, yoksulluk, karamsarlık ve şiddet arttı …

    Atatürk’ü seviyoruz. Sevilmeyi hakediyor. Anıtkabir’i ziyaret ediyoruz, portrelerini çoğaltıyoruz, her yere asıyoruz ama bize teslim ettiği değerli vatanı uçuruma doğru itenlere karşı ciddi bir tavrımız yok. Karıncaların sohbet ettiklerini, tartıştıklarını göremeyiz, sadece çalışırlar. Duyarlı insanlar olarak, hiç birimizin çalışması, üretimi yeterli değildir. Çünkü özel donanımlara sahip, erdemli ve cesaretli yöneticileri yaratamama problemimizi çözemedik. En güzel yıllar geçip gittiler. Atatürk dışındaki devlet adamlarımızın özgür iradeleri tartışılır. Darbelerden, genel seçimlerden, yeni kurulacak bir partiden hiç sözetmeden, başka neler yapabileceğimizi, hangi yoldan yürüyebileceğimizi belirlemeliyiz. Politik alan çoktan yozlaştı. Siyasi partiler güven ve saygılarını yitirdiler. Disiplin ve düzenleme kaçınılmaz. Somut fikirlere ve projelere çok gereksinim duyuyoruz. Daha uzun yıllar, oyunlarda, tuzaklarda figüranlık yapıp çırpınmayı kabullenemeyiz. Çünkü umutlarımız değerlidir. Bilinçli her Türk genci bu döngünün asıl nedenini merak ediyor. Üzücü olan; her geçen gün biraz daha yanına yaklaştığımız kara deliğin yapımcıları; varlığımızı korumamıza, inançlarımızı yaşamamıza, ekonomik düzenimize, hukukumuza sınırlar koyuyorlar. Anayasamız kaç kez delindi. Devlet üst kademesinin değerli insanları kaç kez komplolarla yıpratılmaya çalışıldı.

    Komşularımıza dikkatle bakıyorum. Kitle imha silahları bulunduruyor bahanesiyle Irak işgali başlatıldı. İşgal öncesi yayılan iddiaların hepsi boş çıktı.

    Çizilen rotaları değiştirmeye teşebbüs edenlerin, bu aykırılıkları nedeniyle susturulduğu, yine siyonist locaların talimatlarıyla, aileleriyle birlikte sefilliğe terk edildiği ya da yaşamlarının sona erdirildiği çok sayıda ülkede açıkça görüldü.

    Önceleri makamında saygı gören fakat sözleşmesi biten yönetici, medyanın katkılarıyla 24 saat içinde değersiz bir çöp oluyor, aşağılanıyor. Örneğin: Romanya’da Nicolae Ceauşescu ve eşi Helena’nın makinalı tüfekle taranması televizyonlardan yayınlandı. Örneğin: Eski Başbakanlarımızdan Turgut Özal, Ortaasya Cumhuriyetleri gezisi sırasında yediği yemekten zehirlendi ve dönüşte klinikten kan tüpü yokoldu. Böylece tahlil sonuçları öğrenilemedi. Bir başka itici örnek: Irak eski lideri Saddam Hüseyin. Kafasında bit olup olmadığına, ağzındaki dişlerin sağlam olup olmadığına bakıldı canlı yayında. İki oğlunu öldürüp önüne attılar. İğrenç bir mağara dönemi uygulaması. Günahsız halkın maruz kaldığı işkencelerse yüreklerimizi parçaladı durdu haber bültenlerinde.

    İslam ülkeleri aydınları ve yöneticileri, sorumluluk hissederek, temel ilahi ilkeler doğrultusunda doğrultusunda inisifiyatiflerini ve olanaklarını kullanamayacak kadar acizler. Zevklerinin kölesi olmuşlar. Londra’ya uçakla eşcinsel sevgilisini ziyarete ve kumar oynamaya giden kişiliksiz petrol şeyhlerinin zavallılıklarını gazetelerden okuduğumda rahatsız olurdum, sinirlenirdim. Yakalarına yapışmayı, öfkemi dile getirmeyi hayal ederdim.

    Yalan söylemeyen, duygu sömürüsü yapmayan, dışarıdan emir ve borç almayan iktidarlar istedim hep. Olmadı. Borçlarımızdan mutlaka kurtulmak zorundayız. Gerçek özgürlüğe ulaşmamız için, diğer devletlerin bencil - vahşi politikalarını sorgulamak bir yana, kaybolan ruhlarımızı bulmalıyız önce. Ruhlarımızın çalındığının bile farkında değiliz. Uyuduk. Bizi güzel uyuttular.

    Herkes eline sağlam bir fener almalı, ileriyi görmeli. Devletimizin manevi kişiliğine çok fazla saldırdılar. Keşfettiğimiz doğrular ışığında eğer mevcut kuşatmayı kıramayacaksak; yarın doğacak çocuklarımıza gücümüzün nasıl çalındığını, onurumuzun nasıl incitildiğini gözyaşlarımızla birlikte anlatmak zorunda kalabiliriz. ABD’nin dünya uluslarına öteden beri nasıl düşmanca ve ikiyüzlü davrandığını unutmamalıyız. Lozan Antlaşmasını tanımayıp dolayısıyla imzalamamasını, yıllardır PKK’ya silah ve para sağlamasını, Kürdistan dayatmasını ve Ermeni soy kırımı suçlamasını, yabancılara toprak satışındaki rolünü, çekiç güç, askerimizin başına çuval geçirme gibi olayları unutmamalıyız. Ülkeler arasındaki büyük savaşları, çatışmaları perde gerisinden yöneten onlardır. Çıkarları doğrultusunda ve diledikleri her konuda, tüm insanlığı sahte belgelerle kandırmaya çalışan yine onlardır.

    Toparlanmak zorundayız, çünkü zemin hızla kayıyor. Yarınlarımız için, cılız bilgilendirmeler yerine başka özel formüller bulmalıyız. Böylece Atatürk yerinde rahat uyusun. Şehitlerimiz yerlerinde rahat uyusunlar. Kemikleri sızlamasın. Bir şeyler yapmalıyız kıyamet kopmadan.


    Anlamak yetmez
    Anlamak yetmez
    Anlamak yetmaz


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  5. #25
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Bilinen Kötülükler

    Gazetelerde Türkiye’nin Irak’a girebileceğine ya da girmesi gerektiğine dair haberleri görünce üzülüyorum. Çünkü bu gibi ülkemizin güvenliğini ilgilendiren hassas konuları apar topar yazmak, sorumsuzluğun ötesinde, sakıncalıdır. İrademizle, askeri gücümüzü kullanmayı düşünsek bile, bunu davul çalar gibi, önceden duyurarak mı yapacağız ? Medyanın tavrı düşündürücü. Devletin yüce makamları dururken, onlar adına konuşmayı alışkanlık haline getiren, kafa karıştırıcı yazarları da kınıyorum. Oraya, kahve içmeye, fotoğraf çekmeye gitmeyeceğiz herhalde. Kimse: Hoş geldiniz demeyecek. Parktaki sohbetler bile daha yapıcı geçiyor, yurtsever dostlar arasında.

    Bazı köşe yazarlarının; kalemlerini sattığı, halka savaş psikolojisi dayattığı bir ülkede, gerçek anlamda aydınlanma ve kalkınma nasıl yürütülebilir ? İfade özgürlüğüne sığınarak, devletin kurumlarını kışkırtıcı, akıl verici konuşmalar yapılmamalı.

    Saddam Hüseyin idam edildi. Dünya televizyonları idamı, yapay bir normallik atmosferi içinde sundular ve gelecekte, kameraların istediği biçimde anımsanacak her şey. Sanki bölgenin bütün sorunları şimdi daha kolay çözülecek. Halk: ABD ve İngiltere sayesinde özgür, mutlu olacak sanki.

    Cahil çobanlar bile çok merak ediyorlar: Çok sayıdaki batı ülkesinin Irak’ta silahlı güç bulundurmaya hakları var mı ? Kimden izin alarak ve neden geldiler ? Yanıtı açık: Egemenler, güçlü oldukları kadar barışçılar, her zaman Demokrasi adına çalışırlar, insanlığın yararına iş yaparlar ve insanları gerçekten çok severler. Sevdikleri için de savaşlar çıkarırlar hep.

    Olaylar, yalnızca görülenlerden ibaret değil ki. Bombardımanda tahrip olan kütüphanelerde, el yazması bilimsel eserlerin hepsi kül olmuş. Evliyalar Diyarı diye anılan Bağdat, en çirkin olayların yaşandığı bir işkence merkezi olmuş. Yol geçen hanı.

    Demokrasi getireceğini söyleyen ülkeler, iki komşu İran ve Irak’ın aralarında yıllarca sürdürdükleri savaşı durdurmamışlar, iki tarafa gizli yollardan silah satarak yüklü paralar kazanmışlardı. Dünyanın bir çok bölgesinde çıkardıkları çatışmalarda, masum insanların ölümlerini koltuklarından izleyenlerin yöntemleri ortada. İngiltere, geçmişte kendi geleceği için tehlike saydığı Osmanlı İmparatorluğunu içinden yıkmakla kalmıyor. Orta doğunun zavallı halklarını, küçük küçük devletçikler haline getiriyor. Plan gereği, yönetime getirilen her emir ya da kral, İngiliz efendileriyle iç içe, akraba gibi oluyor. Çoğu Arap yöneticilerin yaşamları lüks içinde geçiyor. Haremlerinde, batı hesabına ajanlık yapan çekici kadınlar eksik olmuyor. Yine İngiltere, son kalan parçanın da eritilmesi için ( Anadolu ) Yunanistan’ı kışkırtıyor. Venizelos’un, böyle acele ve ölümcül adım atmaya kandırılmasını anlamak güç. Mondros Mütarekesiyle birlikte, her an işgal bekleniyor ama bunu Yunanlıların başlatacağı akla getirilmiyor.

    İzmir Sosyal Hizmetler Vakfınca, 1982’de kütüphanelerimize kazandırılan bir araştırma kitabı dikkatimi çekti. Kitabın ismi: Yunan Ege’ye Nasıl Geldi. Yazarı: Türkmen Parlak. Kitaptan Bazı Bölümler ( İşgal Bildirisinden kısa alıntı ): Müttefiklerin izniyle hareket eden hükümetimden aldığım emir gereğince, İzmir ve çevresinin işgaline başlıyorum. İşgalimizdeki amaç, mevcut kanunların en iyi korunması ve desteklenmesiyle, bütün halkın refahını sağlamaktır. Üç bin yıldan beri Yunanistan’a değişik nedenlerle bağlı bulunan bu topraklar hakkında, durumu görüşmekte olan devletlerin, bu konuda verecekleri kararlardan önce, işgal düşüncesi kesinlikle yoktu.
    1. Larisa Tümeni ve İzmir İşgal Kuvvetleri Komutanı Albay Niko Zafiryos.

    Mustafa Kemal diyor ki: Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara gömmek istiyorlar. Şimdi uçurumun kenarındayız. Ama hiç bir zaman ümitsiz olmayacağız. Hep birlikte çalışarak memleketimizi kurtaracağız.
    Kitapta çarpıcı bilgiler var, geçmişin acı gerçeklerini aktarıyor. Örneğin: İngiltere hakkındaki suçlama çok ilginç:
    İngiliz Yarbay İan Smith, savaş öncesi, İngiltere’nin önce İstanbul Kara Ateşeliğine, sonra da İzmir’e konsolos yardımcılığına atandı. Savaşın başlangıcında Türkiye’den ayrılan Smith, İngiliz Gizli Haber Alma Servisinin Midilli adasındaki karargahına tayin edildi. Kısa zamanda bu karargahın komutanı olan Smith, Türkiye’ye dönük toprak altı çalışmalarında başarılar sağladı. Rumların silahlandırılmasında ve baskınlar düzenlemelerinde etkili çabaları görüldü. İleriki günlerde Ege Bölgesini kana bulayacak olan Yunan milisleri bu Türk düşmanı Yarbay tarafından eğitildi, silahlandırıldı.

    Mustafa Kemal, perde gerisindeki beyni çok iyi biliyordu. Kurtuluş Savaşı sonunda esir alınan Yunan Başkomutanına nazik davrandı ve Yunan bayrağı üzerinde yürümeyi reddetti. Çünkü bayrak, bir ulusu temsil eden kutsal simgedir ve savaşlar: Emperyalist ejderhaların doyumsuzluklarını gidermek üzere hazırlanan acımasız oyunlardır.

    Aynı beyin, ülkemizi 2. Dünya savaşının içine sürüklemek için çok uğraşmış, fakat dönemin deneyimli devlet adamı İsmet İnönü’yü üç gün boyunca ikna edememişti. Churchill’i ( asıl mesleği: Avukat ) dinleseydik yıkıma uğrayabilirdik. Tarafsızlığı tercih ettik. Kıtlık yıllarında, zor da olsa yaşayıp bugünlere ulaştık.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  6. #26
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Büyük Oyunlar

    ABD Başkanı, bir açıklamasında: Saddam’ın idamı, kendini yöneten, savunan ve terörizmle mücadelede müttefik bir demokrasi olma yolundaki Irak için önemli bir kilometre taşıdır. İdam, Irak’ın ne kadar çok ilerlediğini gösteriyor. Bu ilerleme, erkek ve kadın askerlerimizin hizmeti ve özverisiyle olmuştur dedi …

    Batı medyasında hep vurgulanan: Saddam’ın, terörist olduğu, halkına zulmeden ve saltanat süren bir kişi olduğudur. İnsanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle idam edilmesi yıllarca tartışılacaktır, bütün idamların hep tartışıldığı gibi.

    Suç, elbette cezasız bırakılamaz ama suçlanan insanların, o suçları hangi koşullar altında işlediklerine bakmak gerekir.

    İdam, savunulacak ve sevinilecek bir olay değildir. Saddam, yönetimde bulunduğu 25 yıl içinde, katı kararları, hukuka aykırı uygulamaları nedeniyle, sorumlu ve suçlu kabul edilebilir. Bunlar Irak’ın iç sorunu. Fakat koalisyon güçlerinin barbarlıkları, işkenceleri asla kabul edilemez şeyler. ABD dışında, akbabaların buluşma noktası gibi: 27 ülkeden 16.000 asker !

    Bir devletin içinde, petrol bekçiliği yapması amacıyla, başka kukla devlet kurmak, oradaki ulusun onuru ve güvenliği açısından en çirkin dayatma.

    Devrilen, yenik duruma düşürülen Saddam, son nefesinde: Birlik olun demiş … Öldüğünde gözleri açıkmış. Bazı gazetelerimiz: Tarihin karanlık sayfalarına gömüldü diye yazdılar. Tarih neden karanlık olsun ? Neden ? Karanlık sayfaları hazırlayanlar, sayfalara imzalarını atanlar: Londra’da, Washington’da çalışan siyah yürekli insanlar. Geçmişte Japonya’ya gönderdikleri armağan; masum insanlar için düşündükleri 2 adet atom bombası değil miydi ?

    Önümüze konulan eksik bilgilerle, diktatör diye adlandırdığımız insanların yükselmelerini, iktidarda kalma nedenlerini anlayamayız.

    Belgeler insanı düşündürüyor: Çünkü liderler, zeki oldukları kadar çelişki içindeler. Örneğin: Adolf Hitler ( asıl mesleği: Boyacı kalfası ). Zekası, yetenekleri keşfedildikten sonra, parti üyeliğinden tek adamlığa kadar yükseliyor. Konuşmalarıyla halkını savaşa hazırlarken, ABD’den gizlice nakit paralar alıyor. Böylece uzun savaşta kullanacağı kaliteli silahların üretimi sağlanıyor. Çünkü Hitler üzerinden yapılan hesaplar var. Avrupa çöküyor, harabeye dönüyor. Rusya’nın yarısı gidiyor ve nihayet uzaktaki ABD, milyonlarca insanın ölümünün ardından barış adına devreye giriyor.

    Egemenler, Irak’ta: Yarattıkları, silahlandırdıkları bir yönetimi ortadan kaldırdılar denilebilir. Bölgedeki diğer yönetimlerin de zamanı geldiğinde silinebileceği konuşuluyor.

    Diktatör diye anılan o insan, yani Saddam:
    1- 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatında jetlerimize benzin yakıtı koyarak komşuluğunu gösterdi.
    2- Turgut Özal Hükümeti döneminde, Körfez Krizi ortaya çıkınca, yardımcısını ülkemize göndererek: Komşuyuz, birbirimize saygılıyız. Lütfen tezgahlanan olaylar konusunda tarafsız kalmanızı bekliyoruz dedi. İhtiyacınız olan petrolü her zaman çok ucuza, hatta karşılıksız verelim dedi ( dinlemedik, duymak istemedik daha doğrusu ). 3- İncirlik’ten kalkan uçaklar Bağdat’a bombalarını boşaltırlarken, Irak bize karşı füze fırlatmayı düşünmedi. ( Türkiye dışında; İsrail’e, Kuveyt’e, Suudi Arabistan’a ve İran’a fırlatıldı ).

    Komşumuzla ilgili dedikodu yapmak hoşumuza gidiyor belki ama güneşli bir gün aynada kendimize bakalım: Asılan, vurulan, vurulmak istenen, tartaklanan Başbakanlarımız oldu geçmişte. İdamlar, işkenceler, komplolar bizde de çok yaşandı.

    Asıl Diktatörler: Darbelerle, savaşlarla halklara acılar çektiren ve İlahi Güçlerden vekalet almış gibi davranarak, ulusların yaşamlarına müdahale eden Emperyalist zihniyetlerdir. Nereye bakıyoruz, nelerle uğraşıyoruz …?

    Umarım aklımız yerindedir. Televizyonlardan çıkan rüzgarlar, bizleri alıp bir yerlere götürdüğüne göre: Oldukça hafiflik kazanmışız …


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  7. #27
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Psikopatlık

    Geçen yıl, korsan bir sitede yaşadığım olayı paylaşmak istiyorum.
    Tepkilerimi aşağıdaki mesajımla ifade ettiğimde topluca özür dilemişlerdi.
    Mesajım aynen şöyleydi:


    Sayın site yönetimine ve üyelere:
    Efendim, sitenizin Serbest Kürsü bölümünde görülen: Kule Günlüğü tıklandığında ekranda açılan yazıların yazarı benim. Emeğim, üretimim olan o yazıları, izin alma gereği duymadan yayınlayan, rumuzla Kuşadası’ndan katıldığını belirten, bayan arkadaşın ( bilerek ya da bilmeyerek, fark etmez ), kaynağını belirtmeksizin topluma sunması, bütünüyle bana ait olan eserlerin telif haklarının açık biçimde çiğnenmesi demek oluyor.

    Yazılarımın sonuna hep eklediğim: Copyright Tyrannos Edebi Ürünler cümlesini silip kafasına göre yayınlaması, saygısızlığın ötesinde, yasalara göre suç kapsamına giriyor. Kendisini uyarmak isterim. Sanatçıya değer vermeyi başaramadığı ortada. Utanma eksikliğinden doğan bu sorumsuzluğunu kınıyorum.

    Paylaşımı seven, dostlukları önemseyen insanım. Elbette eserlerimin okunmasından mutluluk duyarım. Fakat bu iradeyi: Bana ait şeylerle, benim adıma, başkaları kullanamaz. Bilmem anlatabildim mi ? Anlayacağınızı umarım.

    Kişilere, kuruluşlara normal posta ya da mail yoluyla yazdıklarımı ulaştırmam, yalnızca okunmasını istediğim içindir. Yani onlara: Bu ürünlerimi alıp dilediğiniz yerde kullanabilirsiniz diye sunmuyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız dahil olmak üzere, yıllardır iletişimde bulunduğum tüm kültür - sanat dostları için geçerli.

    Bazı sitelerden aldığım davetleri kıramıyorum. TV programlarına asla katılmak istemiyorum. 25 yıldır edebiyat dünyasında güzel paylaşımlarla birlikte, çirkin diyebileceğim olaylar da yaşadım.

    Konuyu toparlarsam: Lokantadan aldığınız yemeği, ben pişirdim buyrun diye misafirinize sunarsanız ancak kendinizi kandırmış olursunuz. Doğada beğendiğiniz fakat sizin olmayan bir toprak parçasına küçük bir kulübe yaparsanız ( gelecekte nasıl tepki alabileceğinizi hesaba katmadan ), günün birinde makina gelir, yıkar. Çünkü o arazinin tapusu, başkasına aittir. Davranışınızın açıklaması: Bencillik, cahillik olabilir. Kazanılmışı kazanmaya çalıştığınız için, el koyduğunuzu pazarlamaya çalıştığınız için zor durumda kalırsınız. Bulduğunuz herhangi bir şeyin üzerinde, isim, ipucu yazmasa bile sonuçta o sizin değildir.

    Bir çocuk, sadece bir kez doğar. Benim üretimlerim; benim çocuklarım. Yazarken acıyı hisseden benim. Amacı ne olursa olsun, uygulamanın yanlışlığını anlatmaya çalışıyorum. Kopyacılık, insanı geriye götüren bir zayıflıktır. Hanımefendi derlemeyi seviyor olabilir, açtığı kendi sayfasında, bana ait yazılarla okuyuculardan güzel yorumlar, iltifat tarzı sözler bekliyor olabilir. Yazılarımı nereden alıp monte ettiğini merak etmiyorum. Lütfen başlıklarını ekleyerek, altlarına ismimi yazınız. Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim ediniz. 10 gün içinde bu düzeltmeyi mutlaka yapınız.

    Arkadaşlar, bakınız size arkadaşlar diyorum, ben yazarlığı güç koşullar altında sürdürüyorum ve kalemimin incitildiği durumlarda çok katı olabilirim. Biliniz ki, şahsıma ya da emeğime saygısızlıkta bulunan kişi, Hakkari’nin köyünde de olsa 24 saat içinde kesinlikle bulurum, buldururum. Nezaketi bırakırım, çok ağır konuşurum ve altında ezilir.

    Beş yıl önce önce, Ankara’da oturan, yüksekokul öğrencisi bir kızın ailesi ziyaretime geldi, yalvardılar. Çünkü bilinçli yaptıkları kurnazlıkla, bir yarışmadan ödül bile almışlardı. Üstelik maddi durumları çok iyi, saygın insanlar. Çalıntı duygularla nereye kadar ? Dava açabilirdim. Okulundaki felsefe öğretmeninin ısrarla araya girmesiyle vazgeçtim.

    Bilgilerinize sunmak istedim
    Her şeyi şiir tadında ama rol yapmadan yaşayınız. İkinci kez uyarmayacağım


    Saygı Eksikliği En Temel Suçtur.
    Çünkü Bir Çok Suça Kaynaklık Eder … Edward de Bono

    Kanunu Bilmemek Mazeret Sayılmaz … Türk Ceza Kanunu 44 Md .


    5846 SAYILI FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU

    MADDE 8 - Bir eserin sahibi onu meydana getirendir.
    MADDE 13 - Fikir ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu kanun dairesinde himaye görür.
    Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir.
    MADDE 14 - Bir eserin umuma arz edilip edilmemesini, yayınlanma zamanını ve tarzını münhasıran eser sahibi tayin eder.
    MADDE 15 - Eseri, sahibinin adı veya müstear adı ile yahut adsız olarak, umuma arz etme veya yayınlama hususunda karar vermek salahiyeti münhasıran eser sahibine aittir.
    MADDE 22 - Bir eserin aslını veya kopyalarını, herhangi bir şekil veya yöntemle, tamamen veya kısmen, doğrudan veya dolaylı, geçici veya sürekli olarak çoğaltma hakkı münhasıran eser sahibine aittir.
    MADDE 23 - Bir eserin aslını veya çoğaltılmış nüshalarını, ödünç vermek, satışa çıkarmak veya diğer yollarla dağıtmak hakkı münhasıran eser sahibine aittir.
    MADDE 69 - Maddi veya manevi haklarında tecavüz tehlikesine maruz kalan eser sahibi muhtemel tecavüzün önlenmesini dava edebilir.
    MADDE 70 - Manevi hakları haleldar edilen kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat ödenmesi için dava açabilir. Mahkeme, bu para yerine veya bunlara ek olarak başka bir manevi tazminat şekline de hükmedebilir.
    MADDE 71 - Alenileşmiş olsun veya olmasın, eser sahibi veya halefinin yazılı izni olmadan bir eseri umuma arz eden veya yayınlayan, sahip veya halefinin yazılı izni olmadan, bir esere veya çoğaltılmış nüshalarına ad koyan, başkasının eserini kendi eseri olarak gösteren veya 15’inci maddenin ikinci fıkrası hükmüne aykırı hareket eden, eser sahibinin yazılı izni olmaksızın bir eseri değiştiren ( Ek : 21 / 2 / 2001 - 4630 / 26 Md . )
    Kişiler hakkında 4 yıldan 6 yıla kadar hapis ve 50.000 YTL ’den 150.000 YTL ’ye kadar ağır para cezasına hükmolunur.
    ( Değişik: 21 / 2 / 2001 - 4630 / 26 Md . )
    Tyrannos Production 2007

  8. #28
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    TANRI

    Her şeyin
    kaynağı, yaratıcısı ve denetimcisi olarak
    kendi doğal güzelliğinin yansımalarını, uzantılarını izlemek üzere
    evrenlerin oluşumunu diledi.

    Gezegenin birinde ölümlü varlıklar yaratmaya karar verdi.

    Kararından önceki uzun sessizlikte
    yalnızlığını hissetti
    iradesini kullandı.

    Bing Bang
    giriş müziği oldu en güzel şiirinin.

    Sınırlı insan hafızasını
    sınırlarda donduracak bir konu …


    Hüseyin EVCİL

    DÜŞÜNME ZORUNLULUĞU

    Düşünen insanın en belirgin özellikleri :
    1- İçinde bulunduğu toplumu ve dünyayı, geçmişini, kendi varlığını tanımaya çalışmasıdır.
    2- Kavrayabildiği özel bilgilerle varlığını güven içinde sürdürebilmesidir.

    Ülkelerin de yazgıları oluyor ne yazık ki. Zayıflayıp çöktüğü dönemler oluyor. Belgelerden kolayca anlaşılıyor ki; düşünmeyen, okumayan, yazmayan topluluklar tarih boyunca hiçbir güce sahip olamamışlar. Sonunda köleliği kabullenmişler ya da yok olmuşlar. Düşünce ürünleri, zaman içinde uygar olmanın da ötesinde, insan olmanın vazgeçilmez gereksinimi haline gelmiş.

    Yaşam öykülerini incelediğimde, göz kamaştırıcı titreşimler gönderen bütün düşünce adamlarının, toplumları aydınlattıklarını görebiliyorum. Geçmişte yazdıkları eserlerin: Kadife bir yansıma, hırçın bir işaret fişeği, zihnimi delen bir ok yerine geçtiklerini itirafa zorlanıyorum.

    Şair, bilim adamı, devlet adamı gibi nitelikleri üzerinde toplayan ve 1749 - 1832 yılları arasında Almanya’da yaşamış Goethe’nin özlü sözleri bulunmakta. Anlamları açısından gerçekten tartışılmaz sözler. Düşündürmenin yanı sıra, insanın felsefe konularına ilgisini anında alevlendiriyor ve kendi araştırmalarında insana yol gösteriyor.

    Savunmalar uydurarak, günümüz yaşam koşullarına ve ilerleyen teknolojiye sığınarak, felsefeden, romantizmden sürekli uzak kalmamız mümkün değil. Çünkü tembelliğe dayalı kaçışların da bir sonu gelecek ve o son noktada doğa, duyarlı her insanı mutlaka hırpalayacak. Zekasını, yeteneklerini geliştirmesi gerektiğini hatırlatacak …

    Zaman ve mekan içinde, bu iki işkence kuyusunda üretmeye, mutlu olmaya uğraşıyor insan. Yerine göre mutsuzluğuna isyan ediyor, yerine göre birkaç kez ölüp diriliyor. Böylece yaşama ve yaşatma savaşı sürüp gidiyor.

    Goethe’yi izlemeliyiz. Hoş, keyifli. İlk anda karamsar gibi gelse de, değil. Gerçeğin kendisi.


    - Kişi nasılsa, tanrısı da öyledir.
    - Büyük ruhlar hem geçmişte, hem de gelecekte yaşamak zorundadır.
    - İnsanın evrende ulaşabileceği en yüksek şey, hayret etmektir ve eğer yakaladığı görüntü onu şaşırtıyorsa, memnun olmalıdır. Ona daha yüksek bir şey nasip olmaz ve bunun arkasında bir şey aramamalıdır. Çünkü sınır burasıdır.
    - Yaşam yolunun sırlarını kimse açıklayamaz. Her yolcunun tökezlemesi gereken taşlar vardır.
    - Dünyada aslında hep vedalaşma vardır.
    - Bütün insanlar umutlarında yanılır, beklentilerinde aldanır.
    - İnsan hayata yaranmaya çalışır, ama hayat ona yaranmaya çalışmaz.
    - Yaşlandıkça hayatımı hep eksikliklerle dolu görüyorum, oysa başkaları onu bir bütün sayıp zevk alma eğilimindeler.
    - Kendimi tanırsam hemen kaçmam gerekir.
    - Yaşamak demek, karşı koymak demektir.
    - Bir insanın hayatı onun karakteridir.
    - Yanlış bir adım, insanı zirveden aşağı yuvarlar.
    - İsa bir daha gelmiş olsaydı, onu ikinci kez çarmıha gererlerdi.
    - Duyular aldatmaz, aldatan hükümdür.
    - İnsan konuşacaksa, söyleyecek bir şeyi olmalı.
    - Kadın arkadaşlar iki sınıfa ayrılırlar: Uzaktan etkisi sürenler ve yanımızdayken bir şey ifade edenler.
    - En güzel etki, iki benzer ruhun birbirine yaptığı etkidir.
    - Yalnız sevdiğimiz kimseden öğrenebiliriz.
    - Aşk ve yoksulluk en iyi öğretmenlerdir.


    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  9. #29
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Sigara Molası

    Yazmak
    nefes alıp vermek kadar doğal aslında.
    İnsanı alt üst eden duyguları susturmak güç.
    Yaşamın gerçekleri
    yalnızca düşündürmüyor
    acı tohumlar bırakıyor insanın kucağına .

    Soğuk günlerden sonra yeni mevsimin etkisindeyim. Güzellik ve ilham dolu ağaçlara bakıyorum. Sen çöllerinde, ben çöllerimde. Başım dönüyor.

    Bulutların buluşmasını izliyorum. Gözlerinden gözlerime süzülen koyu bir hüzün ve hızla çoğalan sabah ışımaları gibi ruhumu kaplayan yalnızlık. Tırmanabildiğim dağlara işaretler bıraktığım için kendimi kendimle ödüllendirmek istiyorum.

    Ağlamadan uçabilen, doğadaki yolunu sorgulayan bir insanın; hayatın gerçek amacını, evrenleri doğuran büyük patlamanın gerekliliğini, beyninin tamamını neden çalıştıramadığını, hayatın neden şiir gibi yaşanmadığını çözmesi mümkün değil. Hayatın dayanaklarını, çıkış noktalarını algılaması mümkün değil. Fakat insanda üretim ve gelişme zorunlu.

    Eksiklerim nedeniyle üzülüyorum. Okumam gereken kitaplar, tanımam gereken insanlar, kuluçkada gibi kafamda dizilen, henüz filizlenmemiş kompozisyonlar. Zamanından önce saygısızca ortaya çıkıyorlar: Bir odayı boğan fazla mobilyalar, bir tahtayı inciten fazla çiviler gibi.

    Şair Ahmet Telli: Su Çürüdü diyor. Çok keskin bir saptama. Değerlerde yozlaşma yaşandığını vurgulamak istediğini sanıyorum. Kendisine soramadım. Nazım Hikmet’de diyor ki: En güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız. En güzel çocuk henüz büyümedi.

    İnsan denen varlık: Doğanın baskısında ve kendi anatomisinin uygulayıcısı. Tüm canlılar sürüngen. Olanakları iyi değerlendirerek zamandan intikam almak mümkün. Felsefede geçiyor; Ruhum mümkün olanı tüket demiş bir düşünür. Yolumda ışık olacak doğru bilgilerin ortalıkta fazla görünmediklerini biliyorum. Yaşayarak öğrenmek, başkalarından dinlemekten ve kitaplardan okumaktan daha yararlı. Gece bastırdığında uç hayallerim de canlanıyor. Bin yıl uyumalı, sonra uyanmalı. Tehlikeli elbette. Sevdiğin hiç bir şey kalmamış ortada, bütün sistemler değişmiş.

    Uzmanlara göre; uyumanın başlıca fonksiyonu, yorgun kasları dinlendirmekten çok, düş görmeyi sağlamakmış
    ( bilinçaltının rahatlatılması olayı ).


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  10. #30
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    GECE MÜZİĞİ

    Gün ağardı

    pencereler açık
    rüzgar, az gelişmiş canlı gibi saldırgan

    doğru ve derin nefesler alarak düşünmeyi sürdürüyorum

    şimdi her şeyi anladım diyebileceğim bir varış noktasının yokluğu
    sıkıntı verici

    rahatsız edici şeyler yine olacak
    sorularım yine yanıtsız kalacak

    dünya kalemin ucunda ama
    yalnızlık hala yörüngede, çırılçıplak .

    SAF IŞIK

    Güneş çok güzel
    meleklerin arasında
    güzelliğini kaybetmek gibi bir kaygı taşımıyor
    okşadığında
    ne kadar da berraklaşıyor her şey
    anında fark ediliyor dağların doğru sularda yüzmesi .

    YOLCULUK

    Gülümseyen mor bulutların altındayım

    kemirgenler ülkesinde bir çalkantı

    sabahlar, akşamlar nereye gidiyorlar
    soramıyorum ?

    üzerimde bir tuhaflık
    kırık dökük yürüyorum .

    ÜÇ BEYAZ AĞAÇ

    ağaçlar çok mutlu olmalılar
    öfkeli oduncuların egemenliğinde
    ağaç olarak kalabilmişler
    gölgelerinde çözmüşler gökyüzü yangınlarını

    karmaşaları izlerken
    özgürce düşünüp toprağı terletmişler
    soğuk geceler uzağında ezilmiş onların

    ağaçlar da ağaç
    zaman tutsağı değil
    yalnızlığım uyanıyor
    yapraklarına dökülüyorum
    uçarken yolumu uzatıyorum bu anıtlar üzerinden
    yeniden doğuyorum böylece .

    YANIK KOKUSU

    Gün beklerken
    dün çıktı yumurtalardan
    taş kitaplar yazamadım

    sonbahar bitkin
    parçalandım işe yaramadı
    öldüm işe yaramadı
    yıldızlarım doğdu
    kara deliklerden habersiz

    işkencelerde mavi mutluluk bitkileri
    koşarken uçmak
    yaşarken sevmek

    loş ışıklarda çocukluğumla kucaklaştım
    sabahlar soyulmadan
    izin verdim kaçmasına
    kalın giysi gibi taşıyamaz kirli havaları
    taşıyamaz

    ormanlar soğuk bugün
    ölülerse unutkan
    yağmurlu içkiler içiliyor
    inanılmaz acıklı kıvrımlarında yaşamın
    her yer yanıyor
    her yer .

    UYARI

    Sen
    sensin
    ben değilsin ki
    düşündüklerimi düşün
    hissettiklerimi hisset .

    yorgunsun

    unutma
    tökezlersen
    asla toparlanmana izin vermeyecekler .


    Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    Şiirler izinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    TEŞEKKÜR EDERİM
    Tyrannos Production 2007

Sayfa 3/6 İlkİlk 12345 ... SonSon

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.