Sayfa 2/6 İlkİlk 1234 ... SonSon
51 sonuçtan 11 ile 20 arası

KULE GÜNLÜĞÜ / Gerçek İşkenceler

  1. #11
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / İç Mimari

    Mutluluk; her insanın farklı algıladığı, farklı yorumladığı bir kavram.

    Kimi insan; zenginliğiyle, elde ettikleriyle, hayalleriyle, boş hevesleriyle, yedikleri - içtikleriyle, ilişkileriyle mutlu sayıyor kendini.

    Kimi insan; üretmeden yaşaması, sessizlikte rahatça uyuması, sık sık kahkahalarla gülmesi, yoğun cinsel paylaşımları nedeniyle mutlu olduğuna inanıyor.

    Kimi ince ruhlu insanlar için mutluluk: Ahlaklı olmak, sağlıklı olmak, deniz kıyısında dolaşıp temiz havayı solumak, güneşin doğuşunu - batışını izlemek, Tanrı’ya ibadet etmek, masum - saf düşünceler taşımak, karşılıksız sevmek, elinden geldiğince iyilikte bulunmak, yakın çevresini mutlu etmek, doğru bilgilere ulaşmak, yüce duyguları yaşatmak biçimlerinde düşünülüyor.

    Felsefeci Feuerbach diyor ki: İnsanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülebilir. Aşkı kutsallaştırmak gerekir. İnsan, yalnız aşkta ve duyguda mutlak değere sahiptir. Varoluşun başka belgesi yoktur.

    Her insan; ufkunu yaratıyor ve yolunu seçiyor. Hayatı dolu yaşamak denilen durum ise; ancak duyarlı ve farkında olan insan için geçerli. Paranın kışkırtmasıyla, yıldırım hızıyla gelip insanın dünyasına yerleşen tüketim maddeleri ve mantar gibi çoğalan iyi gün dostlarıyla, seyahat etmekle, maceradan maceraya koşmakla, barlarda sabahlara kadar eğlenmekle, dolu yaşama olayını karıştırmamak gerekiyor. Bilerek ya da bilmeyerek karıştırılıyor. Belki hoşumuza gidiyor. Pardon bazı insanların hoşuna gidiyor. Diğer yandan entelektüel bir çizgi izleyip; çok görmek, çok okumak, çok bilmek elbette varlığımıza bir şeyler katar ama önemli olan; yüreğimizle nasıl baktığımız ve bulunduğumuz noktada nasıl yaşadığımız.

    Duyarlı bir insan; arabası, villası, yatı, teknoloji araçlarıyla bütünleşmez. Bunların, günü geldiğinde terk edilecek, silinip gidecek şeyler olduğunu bilir. Kendi kişiliğini oluşturan asıl şeylerin, dışında sıralanmış maddeler değil, dünyasına özgü nitelikler olduğunu bilerek yaşar. İnançları, vicdanı, temiz duyguları hep öndedir. Olayların çıkışındaki, bütün iç ve dış nedenleri düşünür. Yeni bilgilere, yeni görüşlere açıktır. Yozlaştırıcı etkilere direnir. Geçen zamanın farkındadır. Benimsediği, katıldığı değerlerin yanında, kendi yarattığı değerler, mekanlar vardır.

    Çok önemli başka bir konu: İnsanın düşündüğü, hissettiği her şey, sinir hücrelerinin elektrik ağından diğer hücrelere yayılıyor. Hücreler bütün düşüncelere, duygulara yanıt veriyorlar. Örneğin, endişe anında vücutta baş dönmesi ya da bulantı başlıyor, mutlu anlarda endorfin salgılanıyor, depresif dönemlerde laktik asit üretiliyor. Güzel düşünmek ve mevcut düşüncelerimizi olgunlaştırmak zorundayız.
    __________________

    Tarih, ilgilenenler açısından mükemmel bir alan. Büyük savaşlara giren, büyük değişimlere imzasını atan ünlülerin yaşamlarında; dikkate değer, yadırganacak davranışları da saptayabiliyoruz. Örneğin Büyük İskender, ordusuyla Ortaasya dönüşünde Babil’e geliyor ve çıktığı yüksek bir tepeden kente bakıp ( o tarihteki görünümü, günümüz Paris’i gibi büyüleyiciymiş ) yanındaki komutanlara hitaben: Burada bulduğumuz altınları üç kuşak hiç çalışmasak yine de tüketemeyiz diyor. Bu beklenmedik, basit ifadeye oradaki yaşlı bir adam müdahale ederek, - Çok yanlış düşünüyorsunuz diyor. İskender’i uyarıyor. Çünkü yeni devletin, çalışma ve sevgi temeline dayandırılarak kurulması gerekiyor. Emeksiz kazanılan maddi servet çok kısa sürede tükenebilir. Köle olunur.

    Alman düşünür, Marksizmin kurucusu Karl Marx (1818 - 1883 ) derin düşünceleriyle, odasında fikirler üretiyor. Amacı: Ekonomik sorunların çözümü, insanlığın mutluluğu. Fakat aile içinde, babasına karşı hırçın, saygısız yaklaşımları nedeniyle kırıcı oluyor. Babası üzülüyor ve bir doktor dostuna anlatıyor, ne yapması gerektiğini soruyor. Doktor, her şeye rağmen hoşgörü ve sabır göstermesini öneriyor.

    Bu tür şeyleri öğrendiğimde çok etkileniyorum. Işık içinde uyusunlar. Yaşıyor olsalardı, isimlerine ters düşen şeyleri nasıl yapabildiklerini mümkünse açıklamalarını isterdim. Bilmiyorum zaaflarına ya da komplekslerine dair hassas, özel detayları bana samimiyetle anlatırlar mıydı? Yüzlerinde, kendi geçmişlerini yumuşakça kucaklayan acı tebessümleri izleyebilirdim herhalde.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  2. #12
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / İlke ve Sorumluluk

    Ünlü yazar Dostoyevski diyor ki: İnsan, her şeye alışan varlıktır. F. le Dantec ise anlatımlarında: İnsan, özgürlük düşleri gören bir kukladır diyor. Afşar Timuçin’in eserlerinde kısaca insan: 1) Yeryüzünün en gelişmiş hayvan türü, toplumsal düzende yaşayan bir memeli. 2) Gelişmiş bir dil ve düşünce dizgisine sahip canlı olarak ifade ediliyor.

    İnsan, yaşamın karmaşık görünümlerini izlerken, dürtülerinin etkisiyle, isteklerini gerçekleştirmek uğruna değişik konumlara giriyor. Sadece egolar için yaşamak doğaya yapılan büyük saygısızlık. İnsanın kendi varlığını anlamasına engel olacağı gerekçesiyle bütün kutsal kitaplarda ve öğretilerde; şehvet ve gurur gibi tehlikeli duygulara bazı sınırlar getiriliyor. Bu sınırlar; temelde insana yakışan erdemlerin sarsılmaması gerektiği fikrini anımsatan uyarılar. Çünkü ahlak eksikliği kişinin felaketini hazırlar. Sorumluluklarımızın farkına vararak bir şeyler yapmamız elbette güzel. Yaptıklarımız toplumdaki diğer insanlar tarafından anlaşılmayabilir ve çok istediğimiz bazı şeyleri elde edemeyebiliriz ya da hiç istemediğimiz şeylerle karşılaşabiliriz.

    Olgun insan; yaşadığı dünyayı doğru algılar, tepkilerini saldırmadan ortaya koyar ve girdiği bütün mekanları estetik amaçları doğrultusunda kullanır. Bu eylemlerini aklıyla, vicdanıyla gerçekleştirir.

    Bilimin ilerlemesiyle, organizmamızın; yalnızca moleküllerden oluşan fiziksel bir yapı olmadığı, kimyasal ve manyetik enerji alanlarından oluştuğu artık biliniyor. Vücudumuzdaki enerjiyi zayıflatan, tüketen en önemli nedenlerden biri, duygusal tablolar. Çünkü karşılaştığımız her olayda, bilgilerimizden önce duygularımız devreye giriyor ve maalesef bizi yönlendiriyor. Yaratıcı ya da tüketici duygular altında kalan insan zaman içinde gelişebiliyor ya da hasta olabiliyor.

    Duyguların gücünü yükseltmek, yaşam biçimi olabilir. Resim, heykel, müzik, edebiyat gibi güzel sanatlarla uğraşmak, duyguların daha keskin ve sıcak yol alması demektir. Böylece enerji alanları genişliyor. En kötü koşullar altında, bir hücrede tutukluyken, elinde bir malzeme yokken, ruhunun kasırgalarını ve özgün saptamalarını, kanıyla, dışkısıyla duvarlara yansıtan sanatçılar çıkmış tarihte.

    21. yüzyılın mükemmel teknoloji araçları ve konforuyla buluşan insan, başkalarından almayı daha çok tercih eder oldu. Fakat bu tembelliğinin, bu kolay yollardan elde etme yönteminin, iradesini zayıflatacak kadar riskli olabileceğini hesaba katmadan.

    Televizyon akşam önümüze bir haber getiriyor. Getirme değil, dayatma. Görüntülere kasıtlı olarak eklenen müzikle tansiyonumuz değişiyor. Hemen anında refleks gösteriyor, sağlıksız yorumlarda bulunuyoruz. Gösterilen şey, görmemiz gereken şeyleri kapatıyor. Oysa o haber: Bilmediğimiz gizli bir güç merkezinin, bilmediğimiz başka noktalara gönderdiği özel bir mesaj. Gizli yürütülen bir projenin, parçasının parçasının parçası. Programlarda öne çıkarılan, hedef gösterilen isimler; saniyesinde nefretimizi kazanan figüranlara dönüşüyor. Yönetmen, senarist bilinmiyor, çünkü ortada yoklar. Papa, Ladin, Saddam, Öcalan, Ağca muhatap alınıyor yanlışlıkla. Sanki bu oyuncuları doğuran ve halen kullanan emperyalist İngiltere’nin, Amerika’nın sonsuza kadar geçerli dokunulmazlık belgeleri var. Egemen ve zengin olmaları, bütün çirkin davranışlarının diğer ülkelerce görmezlikten gelinmesini zorunlu kılıyor. Onları yargılayacak bir üst makam yok.

    Sorumsuzluğumuza dair, günlük yaşamdan başka bir örnek: Sanal yazışmalarda dilimize açık düşmanlık yapılıyor. Bilgisayar ekranında sözcükler düzgün yazılmayarak, kesilip biçilerek, katledilerek sürdürülüyor iletişim: Slm, nbr, ok, okı, çk tsk edrm, kib, by gibi.

    Bir akşam, günün sunduğu oyalamacalardan kendimizi soyutlayarak, duygu - düşünce dünyamızı da kontrol ederek, uzak kentlerde, yabancı ülkelerde yaşayan o güzel dostlarımıza mektuplar yazmıyoruz artık. Yazamıyoruz. Savunmalar üretiyoruz yazamadığımız için. Canım telefon var şimdi, ne gereği var filan. Dolmakalemle romantik mektuplar zaten yazılmıyor. En yüce duygu olan aşk; geri itiliyor, baygın ve boynu bükük kimsesiz çocuklar gibi. Telefon görüşmeleri duygusal açıdan verimsiz ve edebi ağırlığı hiç yok. Yüreğimiz atıyor, parmaklarımız sağlam, çok güzel masalar da var yazmak için.

    Zihnimizi hep temiz, hep dinamik tutmak elimizde. Yıpratıcı, acı veren durumların bizi ne kadar olgunlaştırdığını fark etmek bizim elimizde. Çizgimizi bilmek, duygularımızı eğitmek ciddi bir iş. Çaba istiyor ki, diğer işlerimizin arasına sıkıştırmakla olmaz. Bu görevi gerçekten benimseyen insan, bunu yaşamında birinci sıraya koymaya çalışacaktır. Çünkü yaşam önemsiz şeylere harcanamayacak kadar kısa. Kısa olduğu gerçeğini kabul edeceğiz sonunda.

    Rahmetli, felçli babacığımın elini sıkı tutuyordum. Biliyordum günün birinde mutlaka ayrılacağız ve bu ayrılık ikimizi çok incitecek. Mutlu olacağı şeyleri, elimden geldiğince yerine getirmek için çırpınıyordum. Çünkü dünyaya gelmem onun sayesinde gerçekleşti. Çünkü saygımı, sevgimi sunmakla her şey bitmiyor. Üzerimdeki haklarını geri ödeyip kurtulmam kolay değil. Vicdan taşıyorsam içimde, o duygumla işbirliği yapmamdan daha anlamlı ve keyifli ne olabilirdi ki ?

    Babamın zamanı doldu, bir kuş gibi uçup gitti ama sıcaklığı hiç kaybolmadı.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  3. #13
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Korkunç Kuşatma

    Dünya, bencilliğin ve duygusuzluğun altın çağını yaşıyor. Saygı eksikliği, geçmiş yıllara göre daha yoğun hissediliyor. Varlığımıza, büyüklerimize, geçmişimize, geleceğimize saygısızlık gibi bağışlanamaz davranışların içindeyiz. Kabalığın, nankörlüğün gölgesinde yürüyoruz. Kabuklar, ön yargılar ve eğitimsizliğin de etkisiyle, insanı bağlayan en önemli konular, gözlerdeki bakışlar buluşmadan konuşuluyor ve böylelikle geçen diyaloglar yapmacık oluyor. Ayrıca, her yerde, gelişigüzel, tekrarcı papağanların sarfettiği gibi: Aşkım, Canım benim, Seni seviyorum demekle, kişiden kişiye sevgi enerjisi iletilmiş olmuyor maalesef. Dolayısıyla samimi olmayan davranışlar uyum getirmiyor. Davranışların samimi olması; sevgi enerjisinin kapasitesine uygun biçimde ortaya dökülmesine bağlı. Bunun pratikte gerçekleşmesi için, fedakarlık denilen duygunun mutlaka yüksek seviyelerde bulunması gerekiyor.

    Duyguların ölçülmesi kolay değil. Bir insanın, başka bir insanı ne kadar sevdiğini ya da sevdiği bir insanı kaybettiğinde ne kadar acı duyduğunu belirlemek kolay değil. Yüzlerdeki maskelerin, ne zaman, nasıl kırılacağını bilemiyoruz.

    Bilinçli her insanın; acıya direnme, mutlu olma potansiyeli var. İçindeki bu potansiyele rağmen, dışında gelişip ufkunu saran sorunlar nedeniyle, yaşamının bir döneminde, yolculuk yaptığı geminin, umutsuzluk denizlerinin hırçın fırtınalarında parçalanmasıyla, ıssız bir adada Robinson Crusoe olabilir. Robinson; yalnızlığı ve depresyonu nedeniyle, sürüklendiği sevimsiz adayı çok çekici bulabilir.

    Mutluluk için maddi olanaklarına güvenen kişi, ruhunu oyalamış, aldatmış oluyor. Birçok zengin insanın, zaman içinde kendini soyutlanmış ve amaçsız görmeye başlaması düşündürücü. Ebeveynler yüreklerindeki sevgilerini kanıtlamak adına, çocuklarını paraya, paranın satın alabildiği şeylere boğduklarında, aslında onların gelecekleri için küçük küçük mutsuzluk tohumları ekiliyor.

    Arşivlerden 1960’lı yılların gazetelerini bulup incelediğimizde; dünyanın en zengin adamının Yunanlı Onassis olduğunu öğrenebiliriz. Uluslar arası taşımacılık alanındaki şirketlerin sahibi olan bu kişi; yaşamdan keyif alamadığını içtenlikle itiraf ediyor. Çünkü çok sevdiği oğlu, kendisine armağan edilen özel uçakla kaza yapıp genç yaşta yaşamını yitiriyor. İşte bu derin acı, işadamının dengesini alt üst ediyor. Ağlamaktan gözleri deforme oluyor.

    En basit örnek: Yeryüzündeki her bitkinin sağlıklı büyüyüp meyve verebilmesi için; uygun toprağa, yeterli suya ve uygun iklime gereksinimi var. Benzer biçimde, insanın dinamiğini, mutluluğunu önemli ölçüde etkileyen koşullar: Fizik ve ruh sağlığı, saygın bir meslek, beslenme, barınma mekanları, üretim, gerçek dost, gerçek sevgilidir. Bu saydığımız koşulların mutluluğa katkısı asla tartışılamaz. Büyük olasılıkla, arka planda daha anlamlı, daha kutsal etkenler var. O etkenlerle buluşmak istediğimizde, felsefecilerin görüşlerinden yararlanabiliriz.

    Bazı düşünürler, doğada gerçek ve kalıcı mutluluk olmadığını, olumlu bir mutluluk sağlanamayacağını iddia etmişlerdir. Acıları hafifletmeye yarayan olumsuz mutlulukları değişik açılardan sorgulayıp yorumlamışlardır. ( Arthur Schopenhauer )

    Bugün biz onların özel bakış açılarına katılmak zorunda değiliz. Fakat hepimizin, iyimserlikle, huzur ve mutluluğu yanlış zeminlerde aradığımız dönemler olmuştur. Yanlış zeminlerdeki yanlış enerjiler, bizim enerjimizi tüketmiştir.

    Kategorisindeki ilginç bir tip, mutsuzluğuyla mutlu olduğu izlenimini veriyor. Dünyasındaki pencereleri sıkıca kapatıyor. Dışarıdan zayıf bir ışık geldiğinde, hafif bir ses duyduğunda dengesi bozuluyor. Kendisine uzanan sıcak ele kuşkuyla bakıyor. Eleştirilmeyi zaten istemiyor. Tüm güçlüklere rağmen, bunalımdaki o insana ulaşmayı denemeli ve mümkünse enerji gereksinimini karşılama inceliğini göstermeliyiz. Çöküş yaşayanların acılarına elimizden geldiğince ortak olmalıyız. Birbirimize muhtacız. Evrendeki her şey, başka şeylere muhtaçtır. İnsan olduğumuza inanıyorsak; dostluğun, yoldaşlığın hakkını vermeliyiz.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  4. #14
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Yolu Bilmek

    Bugünkü mutsuzluğumuzun nedenleri üzerinde çok durmak zorundayız. Albert Camus isimli felsefeci: İnsanın tek başına mutlu olması utanç vericidir diyor. Çok doğru. Hepimizin yüzü gülmelidir.

    Kritik zamanlar yaşıyoruz. Politikacılar samimi değiller. Dış dayatmalar, yaptırımlar karşısında gücümüzü toplayamıyoruz. Yoksulluğumuzu yenemiyoruz. Gençlerimizin psikolojileri iyi değil.

    Güvenilir kaynaklardan ( bilge kişiler ya da kitaplar ) sağladığımız doğru bilgileri, yeri - zamanı geldiğinde kullanmamız gerekiyor.

    Kuşkusuz bir insan, bilmediği için yapmadığı ya da bilmeyerek yaptığı davranışlarından dolayı sorumlu tutulamaz.

    İnsan, kendinden daha güçlü bir irade ve zihniyetin tehditleriyle ya da vaatleriyle ortaya koyduğu davranışlardan dolayı da sorumlu değildir. Çünkü insan kendi bildiğine göre değil, o üstün gücün iradesine göre davranmıştır. Bu durumda hesap sorulması gereken taraf, insan değil, insan üzerinde hegemonya kurarak, kendine özgü yöntemlerle yönlendiren baskıcı iradedir. İnsanın yaptıklarından sorumlu tutulabilmesi için, bilerek davranmış olması gerekir.

    Gezegenimizi yönetme sorumluluğunu eline almış güçler ve onların çok etkili kolları bulunmakta. Asıl kınanması, yargılanması, tutsak edilmesi gerekenler onlardır. Yani doğaya müdahale ve hakaret eden, zengin, aynı zamanda zayıfları ezerek, sömürerek yaşayan ülkeler.

    Çağın akışına uyacağız derken, büyük zincirin halkalarından biri olduk. Üretici değil tüketiciyiz. Kişiliğimizi yıprattık. Önümüzde ışık olacağını sandığımız şeyler gözümüzün içine saplanıp yolumuzu görmemize engel oldular. Fakat ne olursa olsun hiç durmadan yürüyebilir, derin kuyudan berrak - tatlı suyu çıkarabiliriz. Bir taş atılmayı bekleyen durgun göllerde, yaşanacak ve yaratılacak şeyler var. Tembel olmaya hakkımız yok. Yoldan çıkıyoruz farkında olmadan.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  5. #15
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Masadaki Ülke

    İnsanın toplum içinde: kibirliliği, kendini beğenmişliği, bilgilerinin ve inancının daha doğru olduğunu sanarak büyüklük taslaması, aslında eksikliğini ve zayıflığını ortaya koyduğu bir alışkanlık. Bir insanın güçlü kaslarına, yakışıklılığına, bankadaki ya da cebindeki parasına, sosyal statüsüne güvenmesi de çok yanlış. Çünkü hiçbir ahlaki sistem bunları onaylamıyor. Ne yazık ki: Onursuz, sevgisiz, merhametsiz ve vicdansız yaşam biçimlerinden rahatsızlık duymayan insanlar var. Ruhları öyle rahat ediyor belki. Dünyada sömürgeci ülkelere baktığımızda: Resmi devlet politikaları, insandaki bu negatif özelliklere benzemekte. Kavgacı, sahteci, yangın çıkaran devlet olur mu ? Oluyor.

    Yeterince anlaşıldı ki, bizi soykırımcı bir ulus olarak tüm dünyada etiketleyerek aşağılamak ve kırılmayan direncimizi kırmak istiyorlar. Bu amaçla, abartılan gerçek dışı iddialar önümüze konuyor. Sanık sandalyesine oturmamız gerektiği söyleniyor. Soykırım yalanı, geçmişte İngiltere tarafından psikolojik bir malzeme olarak üretilmiş ve halen kullanılmakta.

    Son Osmanlı Sadrazamlarından Talat Paşa ( 1874 - 1921 ), 86 yıl önce Berlin’de, Tehlerian isimli bir Ermeni komitacı tarafından yolda sırtından kurşunlanarak öldürülmüş. Talat Paşa anılarını yazarken: Bir gün beni sokakta vuracaklar. Yatağımda ölmek nasip olmayacak. Ama zararı yok, varsın vursunlar. Vatan benim ölümümle bir şey kaybetmez demiş.

    Bilindiği üzere: Ermeni teröristler, Lozan Konferansı sırasında İsmet İnönü’ye de bir saldırı düzenlemeyi düşünüyorlar. Bu amaçla İsviçre’ye, Taşnak ve Hınçak örgütlerine bağlı suikastçıları gönderiyorlar. Fakat Türk istihbaratı, zamanında tehlikeyi fark edip tedbir alıyor.

    Lozan’da güvenlik müdürü İnönü’ye: Paşa Hazretleri. Ermenilerin burada size bir saldırıda bulunacaklarını haber aldık. Sizi korumak görevimiz ama sizden bir ricamız olacak. Tedbir olarak konferans binasına gidip gelirken otomobilinizden Türk bayrağının kaldırılmasını istiyoruz diyor.

    İsmet İnönü, bu öneriye karşı sert yanıtında diyor ki: Ben burada bir Türk delegesi olarak o bayrağı kesinlikle kaldırmam. Saldırıya kurban gidebilirim. Fakat benim ardımdan bir delege daha gelir. Türk bayrağı otomobilden hiç bir zaman, hiç bir şekilde, bin Türk kurban edilse bile yine kaldırılamaz. Yerinde durur.

    Bugün orta yaş grubu, o acılı günlerimizi anımsayabilir. 70’li yıllarda Ermeniler, yurt dışında ülkemizi temsil eden Türk diplomatlarına musallat olmuşlardı. Dile kolay, yaklaşık 10 yıl boyunca 40’ın üzerinde diplomatımızı ve ailelerini acımasızca katlettiler. 1983 yılında Türk Hava Yolları Paris bürosuna düzenlenen bombalı saldırıda: 8 kişi öldü, 60 kişi yaralandı ( yüreklerinde kin taşıdıklarını kanıtladılar ).

    1992 yılında: Ermeni askeri güçleri Karabağ / Hocalı’da tam 1.300 Azeri’yi öldürdü. Çok sayıda insan yaralandı, mağdur oldu. Ermeni işgali nedeniyle, Dağlık Karabağ denilen bu bölgeden 40 bin, diğer komşu 7 ilden 700 bin kişi yaşadıkları toprakları terk etti. Böylece Ermenistan, Azerbaycan topraklarının beşte birine keyfi biçimde el koymuş oldu.

    Bu uygulamalar karşısında Türkiye Cumhuriyeti sessiz kalmadı, sınır kapılarını ve hava sahasını kapattı.

    Ermenistan ile aramızdaki sınır, 1920 Gümrü ve 1921 Kars Antlaşmalarıyla kesin belirlenmiş olmasına rağmen, zaman zaman ortaya çıkan çatlak seslere göre: Doğu Anadolu toprakları onlara ait ve Ağrı Dağı onların kutsal bir mekanı.

    Dışarıda tezgahlanan kuşatma ve yıkım planlarının, küresel kapitalistlerin ulus devletleri ortadan kaldırmak istediklerinin farkında mıyız ? Değiliz.

    Avrupa Birliği Projesi, ulus devletlerin yıkımının ardından tek bir devlet oluşturma amacını taşıyor. Yine Avrupa basınından arada sızan küçük haberlere göre: Avrupa halkı, tehlikenin ne olduğunu, son 7 yıl içinde öğrenmiş bulunmakta. Bu nedenle başta İngiltere olmak üzere üye devletlerin çoğunda tepkiler, direnişler başladı. Yurtseverler öfkeli fakat kendi çelişkilerini hissettirmemeye çalışıyorlar. AB mimarlarının, asıl hedeflerini, 50 yıla yakın Avrupa halkından gizlemeyi nasıl başardıkları konusu tartışılıyor ama bizim medyada bu tür haberler yok. Neden yok ? Türkiye’de medya neyi savunuyor, medya kimi temsil ediyor ..?

    Avrupa Birliğinin üyesi olmak demek, Kurtuluş Savaşıyla elde ettiğimiz ulusal egemenliğimizin batılılara teslim edilmesi demek. Olay bu kadar net bir şey.

    Üye olduktan sonra yaşayacağımız şeyler ( özetle ):
    1) Egemenliğini sürdüren Türkiye Cumhuriyeti Devleti ortadan kalkacak.
    2) Ulus olmaktan çıkıp bu birliğin içinde sadece bir halk topluluğu olacağız.
    3) Mevcut anayasamız, AB anayasası altında ya da arkasında kalacak.
    4) Yasama, Yürütme ve Yargı yetkileri AB’ye devredilecek.
    5) Türk halkını yönetecek yasalar artık Meclisimiz tarafından değil, Avrupa Parlamentosu tarafından çıkarılacak.
    6) İşçilerimizin, memurlarımızın ve emeklilerimizin ne kadar aylık alacakları Brüksel’de belirlenecek.
    7) Hangi ülkelerle dost, hangi ülkelerle düşman olmamız gerektiği uyarısını alacağız.
    ( zaten başlatılan propagandalarla: İran’a düşman ülke, Rusya’ya potansiyel tehlike gözüyle bakılması bir parça olsun sağlandı ).
    8) Yer altı - yer üstü zenginliklerimiz, fabrikalarımız ve işletmelerimiz, bankalarımız, topraklarımız ve su kaynaklarımız üzerindeki mülkiyet haklarımız askıya alınıp ortak kullanım başlayacak.
    9) Günümüzde yavaş hareket eden Hıristiyan misyonerliği serbest kalacak ve hızını arttıracak.
    10) İstanbul’da Ortodoks Din Devleti, Güneydoğu’da dış destekli ve güdümlü Kürt Devleti kurulması için çalışmalar başlatılacak.
    11) Avrupa Birliğini ve Masonları eleştirmek suç olacak ( cezaevine girebilirim ).

    Bütün bunlar köleliğin ve uşaklığın başlangıcı anlamına geliyor. Başka açıklaması olamaz.

    İki şey sorgulanmalı duyarlı insanlarca.
    1) Biz, kendi ayaklarımız üstünde yaşayabilecek güce sahip miyiz, değil miyiz ?
    2) Biz, başkalarının boyunduruğu altına girecek kadar dengesiz miyiz ?

    Temel ilkemiz: Onurlu ve tam bağımsız yaşamak olduğuna göre bu oyunlardan kendimizi acilen çekmek zorundayız. Geç kalıyoruz. Çünkü emperyalizm küreselleştiğini açıkça belirtti ve yeryüzünde bütün geri kalmış, yoksul ülkeleri köşeye sıkıştırıp iradelerini yok etmeye çalışıyor.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  6. #16
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    BİZ YÜCELİĞİ

    Tapınaklardan gülümseyerek
    şiirler yazmamı bekliyorsun
    yazamıyorum
    dokunamıyorum gölgelerine
    ağırlığına dayanamıyorum

    sen
    yeryüzü meleği
    hangi kalemle
    hangi dizeyle
    hangi duyguyla çözebilirim ruhundaki sıcaklığı ?

    içimde susmayan fırtına
    gecelerimde son çağ felsefesi
    dudaklarımda gizlenmiş çiçek
    varlığının tanımı bunlar
    yani sen

    seni seviyorum
    bugün, yarın
    daha sonra
    her şeyin sonundan sonra .

    HEYECAN DENİZİ

    Sevgilim
    yeni dönem, yeni sayfa değilsin

    sanma hiç
    doğduğunu ya da aktığını
    içimdesin
    sonsuzca yükselmeye yazgılı bir tanrı gibi

    sevecenliğin güneşlere korku
    ölçüsüz yorgunluğumla koşuyorum
    yollar uzayacak
    sevmek yetmeyecek
    biliyorum

    uyku beyazı gecelerde
    bitiremediğim mektuplar
    aşk gezegenimizde sololar

    bakışların
    zaman fenerlerinin zenginliğinde

    ne olur
    kolların hep açık kalsın
    bu denizde dağılsın saçların
    seni sana sunuyorum
    kabul et

    soluk soluğa bir kovalamaca
    korkudan kabaran bulutlar arasında

    yaşadık
    yaşıyoruz
    bağırarak, çoğalarak .

    UZAKTAKİ KESKİNLİK

    Kasırga mevsiminde bir bağ
    çelik halatlardan daha sağlam

    güzelliğin artmıştır umarım

    umarım
    gövdenin her milimetre karesinde
    ruhumun ağır renklerini görüyorsundur sıkılmadan

    umarım
    güneşin batmadığı yollardan yürüyorsundur
    başını omzuma yaslayarak

    umarım
    dudakların daha parlak ve ıslaktır düne göre

    sadece iki sözcük
    en etkili ilaçtan daha etkili
    yağmur sonrasının sıcaklığında

    her mektubun
    ayrı belgesel ama
    kurtarmıyor boğazlayan kızıl gecelerin elinden

    yazma
    yüzüme söyle beni sevdiğini .

    ÇATIŞMA

    Gecenin yağmuru sarhoş
    bütün melodileri duyarak dinliyorum

    aklımdan geçenlerse oldukça açık
    yürüyemediğim kumsallarda
    düşlerime demirleyen varlığın ruhuna dokunabilmek

    güneşin uzun köklerinin
    bu zavallı gezegeni
    günün birinde konuşturabileceğini sanıyorum

    kaygan zeminlerde
    ışıkları zayıflıyor
    üzerine titrediğim kitapların
    aptalca alışkanlıkları zaten
    sınır ötelerini hafife almak

    durup dururken heyecan
    durup dururken ateşe çağrı

    hissetmenin karşılığı
    buruk bir tebessüm

    iki damla gözyaşı her şey .


    Hüseyin EVCİL

    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    Şiirlerin izinsiz kopyalanması - çoğaltılması
    suç kapsamına girer.
    Tyrannos Production 2007

  7. #17
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    AĞIRLIK ALTINDA

    Dalga dalga gülümsemelerin
    öyle derin kök salmış ki gecelerime
    seçeneğim yok
    olmayacak
    gözlerinle buluşuyorum
    güneşe kayan yıldız gibi

    açık sularda öpüşüyoruz
    her yerde sabah çizimleri
    her şeyde pembemsi orman gücü

    içkiler sıcak
    kadehler bütünüyle sonbahar vurgunu

    zayıf kanatlarım kanayabilir
    hiç aldırmıyorum .

    DAHA DA ÖTESİ

    Çatılarda buluşuyorduk
    itici gösterilerden kaçarcasına

    bir boyut vardı yaşayabildiğimiz
    gerçek yollar
    gerçek özgürlük
    ışığın
    belirgin ve kutsal yumuşaklığı

    tek çizgiydik
    melekler korosundan farklı
    etkin yıldızlar başımızda
    koyu kırmızı

    ne kadar da yarı tanrıydık
    dışımızda çoğalırken içimizdekiler
    yüreklerimiz gönderiyordu yalnızca
    bilinen zamanlara aşk ayinlerini

    gözler sarhoş
    görünenler alev sütunları
    olağan dışı mutluluk
    doyumsuz tatlılıktı
    şeytansız evrenlerde
    kurtuluşunu kutlamak gençliğimizin

    siyah düşündü
    yığıldı sindiremediklerini düşünürken
    her sabah
    deniz diplerine akıttı zehirlerini
    çırpındı
    çerçeveleri değiştirdi inatçı tufanlarda
    başaramadı

    son diye bir şeyimiz yok
    sıcak rüzgarların mimarıyız
    daha çok sevmek
    daha çok yaşatmak için .

    BENİM KAVGAM

    Kent değirmenlerinde çırpınış
    kimi zaman adadayım
    kimi zaman gemide

    dile kolay
    kalem az tökezlemedi yazarken
    kağıtların da canı çıktı

    bir sigara yakıyorum
    duman bile yorgun
    ağır ağır çıkıyor
    yükselmeyi unuttu belki de

    eşyalar ne kadar bitkin
    anıları taşımaktan

    dün
    sınır bölgesinde kuşatılmıştın
    süzülerek geldim
    dirileceğin kıyılara taşıdım seni
    en sıcak güneşleri doldurdum kucağına
    anlamadın

    kabuklar sertleşirken
    günlük işlerin vardı
    otu, samanı yedirseler
    haberin olmazdı

    ardında bıraktığın
    mum ışığında bir mağara mutsuzluğu
    karıncaların tanıklığında

    geçmiş geçmedi .

    SORGULAMA

    Hava berraklığında
    sana doğru bakıyordum

    çok geçmedi
    yaklaştın
    büyüdün yumuşak bir bulut gibi

    ses perdelerinden girdim
    ışık perdelerinde durdum
    gölgen saf şiirdi
    panzehirdi kokuların

    demet demet heyecan
    tanımsız tadı yangınların
    birbirimizi çözmeye çalışıyorduk

    parmaklar çıplak
    kollar ateş dilimi
    yükseliyorduk
    derin anlamlar siniyordu ruhlarımıza

    her bakış ayrı bir yaşamdı
    o kar damlacıklı gecelerde
    her öpüş ayrı bir yolculuk

    derken
    güneş sarıda
    gün kırmızıda kaldı
    yolunda yoruldu her şey

    ne anlamı kaldı bugün
    kuru topraklarda umutla yürüdüğümüzün ?
    nasıl bastıracağım
    aynaların ayaklanma girişimlerini ?

    beyaz yük gemilerini izlerken
    oyalanma onur ödülü limanlarda
    taş dağlarında kapatma gözlerini
    aydınlat girdiğin her siyah geceyi
    ruhuna dokunmasınlar samanyolu sömürgelerinde

    ben senim
    başında taşıdığın ince kitap
    boyutsuz
    çok sıcak

    göreceksin
    kıyametin başlangıcı olacak
    çiçeğin çarmıha çivilenmesi .


    Hüseyin EVCİL

    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    Şiirlerin izinsiz kopyalanması - çoğaltılması
    suç kapsamına girer.
    Tyrannos Production 2007

  8. #18
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    BİLİNÇ KANAMASI

    Geçen her saniye değerli
    son güneş patlamalarını çözmeliyim

    altlarından ne çok su aktı bu köprülerin
    ne geceler yaşandı
    varlığın merkezinde yokluğun silah sesleriyle

    artan heyecan
    ateş gölünde direnişi damlaların

    üzülüyorum
    hep sözcüleri çıkıyor yaşam zevkinin
    varoluş adına çalışıp
    coşkuyu sömürgeleştiriyorlar

    son uykularım
    yüreğimin müziği
    yolumun rüzgarı

    yaşamak zorundayım
    yakınmadan .

    ORMANDA

    Tatlı bir yorgunluk
    dalıp gidiyorum güneşin battığı saatlerde

    her an nefes kesici
    bıçak sırtı her şey

    iki büyük masa hayal ediyorum
    birinin üzerinde anılar
    diğerinin üzerinde umutlar

    bütün ilkel duyguları yakalayıp
    eğitilebilir hayvanlar gibi
    toplama kampına götürme fikri

    bu ormanda
    benzerini bekliyorum içimdeki fırtınaların

    sıcak ağaç gölgelerinde
    ne toplumsal çelişki
    ne de fiziksel güç gösterisi
    anlamlı bekleyiş

    bir adım daha atarsam
    tipik kıvılcımların çıkabileceğinden ürküyorum

    hareketsiz kalıyorum
    aşk buralarda olmalı .

    SÜZÜLÜP GİTTİN

    Önce ateşler çekildi dünyamdan
    sonra gülüşlerin kayboldu

    ince seslerin çınlamıyor artık kulağımda

    hiç yaşamak istemediğim bir şeydi sensizlik
    yaşattın
    yaşadım

    oysa tutunup kalkabilirdik düştüğümüz uçurumlardan
    olmadı

    beni hatırlarsan
    sahildeki akşam yürüyüşlerinde
    avazın çıktığı kadar sus

    karşı koyamadığın işkencelerde buharlaşırsa düşlerin
    zayıf insanlar gibi sığınma sözcüklere .

    UYUŞTURUCU DEFTERİ

    İşte ülke, işte yaşam, işte seçenek

    toz duman düğümlenmesinde
    öyle dediler
    öyle oldu

    kum saatleri kırık
    çelik yığını gibi ağırdı bedenlerimiz .

    TOPRAK ZAMANI
    Güzel Babacığım Mustafa Evcil’e :

    Sert soğuklarda pişirilen
    sıcak yemekler gibiydi yaşamın yalanları
    birlikte tadına baktık

    neler yaşadık kent kuyularında
    ateş vurdu sırtımızdan
    ezildikçe güzelleştik
    işkencesinde düğümlendik yalnızlığın

    biricik oğlunu
    cevahir’i düşünüyorsun gittiğin yerde
    hissediyorsun
    sensizliğin içimi ne çok acıttığını

    teninin temizliğinde
    derinden seslenişlerinde
    rüzgardaki anıların zayıf tesellisinde
    sarsılıyorum

    dünyama sığmıyor o tatlı tebessümün

    hastalıkların pençesinde
    acı çekmeyi hak etmemiştin sen

    koparıp toza döndüren toprak
    neden savunuyorsun ölümün haklılığını ?

    SON SALDIRI

    Yırtılan sayfaları topluyorum
    bir kılıç çiziyor baktığım pencereyi
    seni göremiyorum

    düşünüyorum gün bitimlerinde
    ağlıyorum

    sıradan bir yolcu musun sen ?
    uzaklaşmamalısın bu gezegenden

    kim söyledi savaşların bittiğini ?
    ince sözcükler yarat
    toprağını uyandır
    heykellerine dokun havasız gecelerin .


    Hüseyin EVCİL

    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    Şiirlerin izinsiz kopyalanması - çoğaltılması
    suç kapsamına girer.
    Tyrannos Production 2007

  9. #19
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Arşivden Seçmeler

    ŞU AN

    canım sıkılıyor
    derin derin nefes alıyorum
    resimlerine bakıyorum gözlerimi kırpmadan
    başımı öne eğiyorum
    sanıyorum ki
    çenemden tutup kaldıracaksın
    bana üzülecek bir şey olmadığını anlatacaksın
    gözlerinle anlatacaksın
    yıldızlar aynı anda sönüp yanacaklar
    birbirimizin gözlerini sileceğiz
    yaşama yeniden merhaba diyeceğiz .


    Hüseyin EVCİL
    Tyrannos Production 2007

  10. #20
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Negatif Çizgi

    Sanırım farkındayız. Gittikçe yakınmalarımız çoğalıyor; çevremizden, tanıdıklarımızdan, yöneticilerimizden. Tüm yaşadıklarımızdan yakınıyoruz.

    Sohbet sırasında: Sadece kendini düşünüyor, kendi çıkarları için her şeyi yapabilir, her şeyi hakettiğini sanıyor, kimseyi beğenmiyor gibi söylemler çok kullanılıyor. Sanki yeraltında gizli bir laboratuvarda yapılan müdahaleler sonucu günümüzde bencil bireyler üretiliyor. Devleti yöneten egemenlerin, alışılagelen biçimde, öncelikle kendi çıkarlarını ön planda tutmalarının ve diğer politikacıların bu sürece eşlik etmelerinin genel görünümü sevimsiz kıldığı bir gerçek. Yetişen yeni nesle öğretilmeye çalışılan, mesajlarla, örneklerle zorla beynine yerleştirilmeye çalışılan şey; önce kendisini kurtarması gerektiği, önemli olanın bireysel başarı olduğu gibi yönlendirmeler. Bu kadar bireyselleşip, aynada sadece kendini görmeye başlayan insanların gittikçe artan oranlarda tüketime, mistik öğretilere, yeni akımlara ilgi duyması çok normaldir. Belki bu, çağımızın yarattığı bir şey değil, teknolojik gelişmeler ve medya insanlarda zaten varolan özellikleri sadece belirgin biçime getirdi.

    Toplumbilimcilerin gelecekteki ilişkilere dair görüşleri iyimser değil. Eski paylaşımlar yok oluyor. Acı çeken insanların acılarına ortak olma gibi insani kaygılar azalıyor. Trafikte ezilmiş fakat henüz ölmemiş kedinin ya da köpeğin yalvarışları bizi etkilemiyor. Bütün gününü, bilgisayarda savaş oyunları oynayarak tüketen küçük çocukların kazandıkları psikoloji bizi bağlamıyor. Bizi bağlayan şeylerle, gerçekte kölesi gibi olduğumuz şeylerle günlerimizi geçiriyoruz.

    Bencilliği, egoları üst seviyelere ulaşan, bu arada kazandığı negatif durum nedeniyle narsist bir kimliğe bürünen kişiyi yakından incelediğimizde şunları görebiliyoruz: Kendini yeterli görüp sürekli başarıya ilişkin projelerle uğraşıyor ama aslında kendinden kuşku duyan, eleştirilere tahammülsüz, değersiz hissettiği gizli bir yanı var. İnsanlarla yapmacık ilişkiler kurup, övgü ve takdir bekleyen, toplulukların içine gerçek anlamda giremeyen, başkalarına güvenmeyen, başkalarına dayanamayan, başkalarının zamanlarına ve duygularına değer veremeyen ve sınırlarını önemsemeyen biri. Sıkıntılı, sağlıksız ve kopyacı değerlere sahip. Yalanlara dayalı, maddiyata dayalı, otoriteye dayalı bir yaşam sürerken, dışarıya karşı: Dürüst, ahlaklı ve paraya hiç önem vermeyen bir tablo çiziyor. İşin acı yanı: Eşini, dostunu göremiyor, sevemiyor. Çok iyi konuşan, kararlı biri gibi görünmekle birlikte kafasındaki bilgiler: Sadece başlıklar içeren yüzeysel bilgiler, detayları unutuyor. Onun için dil ve konuşma, ancak kendine güvenini tazelemenin bir yolu. Bir tür zavallılık. Ünlü Psikolog Sigmund Freud’a göre: İnsandaki bu davranışlar hastalıktan öte bir dramdır ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde zaman içinde şiddeti doğurabilir.

    Her insanın yapısında bir parça narsizm ve şiddet olduğu biliniyor. Problem: Bu duyguların fırsat bularak tehlikeli zeminlerde çoğalması ve böylece denetimden çıkması. Tarihte bu kategoride yer alan çok sayıda lider bulunuyor. Yönetimi bir şekilde ele geçirdikten sonra hastalıklı fikirleriyle toplumu mutsuz etmişler. Örneğin: Neron, Hitler, Mussolini ve Stalin hemen akla gelenler.

    Egoları tehlike sınırlarına erişmiş insanın tipik saplantıları şunlardır: Özel ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da üstün kişilerin, toplulukların, kurumların kendisini anlayabileceğine ve ancak onlarla arkadaşlık edebileceğine inanması. Başkalarını kıskanması ve kendisinin kıskanıldığına inanması.

    Sonuç olarak insan; negatif çizgisini denetleyemediğinde, o çizgide büyüyen duygular tarafından sonuna kadar kullanılır. Varlığımızın en önemli kanıtı duygularımızdır. Değerimiz ancak duygularımızla ölçülebilir. Yeryüzünde, duygularımız sayesinde bataklığa saplanırız ya da yükseliriz.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

Sayfa 2/6 İlkİlk 1234 ... SonSon

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.