Sayfa 1/6 123 ... SonSon
51 sonuçtan 1 ile 10 arası

KULE GÜNLÜĞÜ / Gerçek İşkenceler

  1. #1
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Gerçek İşkenceler

    Tarihin her döneminde, insana hitaben: Kendini bil - Kendini tanı uyarıları yapılmıştır. Ahlaki zeminlerde: İnsanın sık sık, kararlılıkla, Kendimi seviyorum, kendimle gurur duyuyorum gibi abartılı iltifatlarda bulunmasının sakıncaları üzerinde durulmuştur. Çünkü insanın kendine olan sevgisi, bazı başarısızlıklarını kendi karakterinde ve kendi tarzında aramasına engeldir. Böylece, yaşamını engelli biçimde sürdürür. Engelli yaşayan bir insan: Aşkı, ölümü ve evrensel işleyişleri sağlıklı algılayamaz. Bu gibi temel gerçekleri doğru yorumlayamaz.

    Saplantı derecesinde kendini sevenler, varolan egolarının mükemmel ego olduğunu ve seçkin bir varlık olduklarını düşünürler. Elbette bu tehlikeli bir yanılgıdır. İnsan her konuda: Karakterinin ve davranışlarının eksik, hatalı olabileceği endişesini kaybetmemelidir.

    İçimizi denetlemek, içimizi araştırmak, kendimizi bilme yolunda önemli bir adımdır. Kendini gereğinden fazla beğenen insanların, kendini tanımaları zorlaşır. Çünkü bu tür insanlar, egolarıyla bilinçleri arasında geçen mücadeleyi kabul edemezler. Her şeyin en güzelini, her şeyin en doğrusunu yaptıklarına dair aşırı bir gurur, kibir içindedirler. Balzac : Bencillik zehirdir diyor. Sadece iki sözcükten oluşan, düşündürücü söz.

    Başarısızlıklarımızı, başka insanlara, koşullara, devleti yönetenlere yüklemekle kendimizi kurtaramayız. Bu konuda ünlü Pascal şöyle diyor: İyilik inancı olmayan bir insan, görünür iyilikler üzerinden bakışlarını kaydırıp içindeki zavallılığa bakmaya dayanamaz. Huzursuz, tedirgin bir insanın kendini avutmak için yaptığı bütün hareketlerin temelinde kendini tanımaktan kaçma isteği vardır. Bu saptama üzerinde çok fikir yürütülebiliriz. Aslında insan, belirli bir olgunluğa ulaşmadan, kendi yapısını içtenlikle açıklayamaz. Daha doğrusu kendine duyduğu saygının azalmasını içine sindiremez. Ancak olgunluğa eriştiğinde, boş ve inatçı bir gurur duygusu içinde kalmaktansa, gerçeği bütün açıklığıyla görmeyi tercih eder ( ne kadar acı ve kırıcı olursa olsun ).

    Olgunluğa ulaşmak zorundayız. Aksi takdirde, iki sert - kalın duvar arasında gider geliriz. İç mekanlarımızda, kendimizi sorgulamak, en büyük sıkıntımız olur.

    Yaşamdaki korkunç yanılgılardan biri de: İnsanın egolarına ve düşlerine kapılıp, kendisini olduğundan daha yüksek noktalarda görmesidir. İnsan kendi yeteneklerine güvenmeli ama bulunduğu noktayı da çok iyi bilmelidir. Ego, kontrol edilmediği zamanlar tehlikelidir. Çünkü insanın iç dengelerini hızla bozuyor. Küçük başarılar, büyük gurur duygularını doğurduğunda insanın varlığı inciniyor. Başarının gerçek amacı bu değildir.

    Günümüze değin, çok sayıda lider, devlet adamı ve sanatçı: Kendi varlığının, düşüncelerinin doğru olduğuna, mükemmel olduğuna inanmıştır. İnancını büyük halk topluluklarıyla paylaşmıştır. Fakat o özel insanları yakından incelersek, iç dünyalarıyla dış dünyalarının çok uyumlu olmadığını görebiliriz. Bazıları depresif kişilik olup, yalnızca egolarını tatmin edecek bir başarı dengesi kurma gereksinimi içinde yaşamışlardır.

    İkinci dünya savaşının son günlerinde, Berlin’de sığınağında saklanan Adolf Hitler’e, savaşın sonucuyla ilgili hiç umut kalmadığı söylendiğinde: Umurumda bile değil. Onlar hiç bir şeyi hak etmediler zaten demiştir ( Alman halkını kastederek ). Yeryüzünü değiştirmek, üstün insan modeli yaratmak isteyen bir diktatörden vicdanının olmadığına dair itiraf.

    Her insan egoizme yatkın olabilir. Ego, sınırları zorlanmadıkça ya da dozu aşılmadıkça itici bir güç olarak yararlıdır ( Bir şeylerin yapılması, başarılması için ). Fakat hangi hedefe doğru ve ne amaçla gittiğimizi mutlaka sorgulamalıyız. Yalnızca başarmak için, yalnızca kendimizi tatmin etmek için koşuyorsak, sonunda bir mutsuzluk yaşayabiliriz. Bu arada, başkalarının da dünyalarını karartabilir, dahası, yaşama sevinçlerini bile yok edebiliriz.

    Dünyaya gelmiş olduğumuz ne kadar kesinse, günün birinde ( belki de ansızın ) bırakıp gideceğimiz de o kadar kesin. Bunu hatırlamak: Dincilik, gericilik değildir. Hiç bir şeye bağlanmamak, gerçekten bilinçli bir insanın birinci ilkesidir bence.

    Fırsat ve olanaklardan yararlanırken aç gözlü olmamalıyız. Doymadan, durmadan biriktirme yanılgısına düşmemeliyiz. Dünyayı kutsamak, maddi kazançları kutsamak zihnimizi çok yoruyor. İçinde bulunduğumuz doğayı, evreni yeterince düşünmüyoruz. Doğanın renklerini televizyondaki filmlerden görüyoruz. Terastan gün batımını izlemek hiç aklımıza gelmiyor. Bedenimizin duyarlılığı her geçen gün azalıyor. Esin verici eserler dikkatimizi çekmiyor. Ruhumuzu geliştirip dolu bir yaşam süremiyoruz. Gündelik yaşamımızın ritmini oluşturan pek çok unsurla uğraşırken bize ayrılan zamanı tüketiyoruz. Oysa geçen her saniye çok değerli.

    Zamanın ne anlama geldiğini, ölenlere, yani bu dünyadan göçenlere sormak isterdim: Saflığımla, nelerin kurbanı ve nelerin katili olduğumu kavramam açısından …


    Şair Hüseyin EVCİL
    İZMİR / 14 Mayıs 2007
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - Çoğaltılamaz
    TEŞEKKÜR EDERİM
    Tyrannos Production 2007

  2. #2
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Çemberin İçindeki Kadın

    Telefonunu 24 saat açmamak üzere kapattı. Farklı bir mekanda, özellikle doğada bulunma isteğiyle, akşam saatlerinde arabasına binerek hızla kentten uzaklaştı.
    Yaşadığı yerde, dekolte kıyafeti ve sıcak sözleri nedeniyle herkes onu izliyor, doğal davranışları insanlarda tedirginliğe yol açıyordu. Belki de hedef gösteriliyordu.

    Daha da hızlandı. Açtığı sert müzikler ve içtiği sigaralar, ofisinden taşıdığı gerginliğini azaltmıyordu. Deniz kıyısına ulaştığında bildiği bir kayanın üzerine çıktı. Oturuş biçimiyle, galeride duran sanat eserlerine benziyordu.

    Toplumun bu kadar yozlaşmasını, 21. yüzyılda insanların hala, başkalarının özel yaşamlarına müdahale etmeyi, kendileri açısından öncelikli görev kabul etmelerini üzüntüyle karşıladı. Etrafında kedi gibi dolaşan, kariyer sahibi fakat ikiyüzlü, dedikoducu ve başkaları için küçülebilen insanlara acıdı. Durgunlaştı. Aklıyla, ruhuyla uzaktaki sevgilisine kilitlendi.

    Zorlu bir dönemdi. Bazı şeylerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyordu. Koşullar ne olursa olsun, ne kadar stres ve tehlike altında bulunursa bulunsun, içindeki beyaz - yumuşak umut ışığının parlaklığını koruması gerektiğini düşündü. Denize dikkatle baktığında, tanık olduğu ışıltılar, içini saran hoş bir sıcaklık duygusuna neden oldu. Fakat aynı ışıltılar, sonsuzluğun içindeki bu dünyanın aslında ne kadar küçük olduğu duygusunun da benliğini kaplamasına neden oldu.

    Felsefeyi seviyordu. Anlamlı şeylerle uğraşmayı seviyordu. İnsanoğlu, bu dünyanın gerçek sahibi değil ve hiçbir zaman da olmamış. Fakat bu dünyayı kendi malı sanarak ona dilediği gibi, kendi çıkarları doğrultusunda saygısız bir tarzda davranıyor. Milliyet ve din savaşları çıkarıyor. Virüsler üretiyor. Denizleri kirletiyor, toprakları zehirliyor. Dünya, bizlerin olmayı henüz başaramadığımız kadar verici bir varlık. Hep verdi ve bizi barındırmaya, korumaya devam ediyor dedi kendi kendine.

    Dün geceye döndü. Telefondaki o sevimsiz konuşmaları hatırladı. Konuşmalar uzadıkça uzamıştı. Aslında hiç gereği yoktu yaşadıkları sıkıntıları abartmanın ama yolunda gitmeyen şeyleri konuşmamak rol yapmak olurdu. Tartışma sonuçsuz kaldı.

    Kalın maskeleriyle, her gün bir grup duygusuz canavar ona mutlaka ulaşıp, öfkeyle bakıyordu. Bu, yıldızlara sığınmak isteyen masum bir gece bulutunun, acımasızca bıçaklanmasına benzeyen bir şeydi. Bu, güvenlik makamlarına anlatımı güç olan bir tacizdi. Bunların sürekli hissedilmesinden doğan ciddi bir kırgınlık, ciddi bir moral eksikliği vardı. Oysa mutlu olmak, herkesten çok onun hakkıydı. Bir savaşa katılsa; aşkı çok şeyleri susturabilir, çok şeyleri kökünden değiştirebilirdi.

    Son günlerde hıçkırarak ağlamıyordu, bekliyordu sadece, gökyüzüne dokunan bir anıt gibi. Beklemek zordu ama zoru başarabilirdi. Çünkü içindeki doğal mimari, dış çizgileri kadar olağanüstü güzeldi. Geceleri okuyor, notlar alıyordu. Yaşama dair, ölüme dair bulduğu ağır imgelerle sevgisini çoğaltmaya çalışıyordu.

    Deniz kıyısında, yaşadıklarıyla baş başa kaldığında; dünyasını, bedenini daha güçlü sevmesi gerektiğine inanıyor, içindeki sarsıntıları böylece yenebiliyor, yaşamının anlam kazandığından emin olabiliyordu.

    Buluştuğu bu kayanın çağrışımları eşliğinde nefes alıp vermesi, denediği bütün sakinleştirici ilaçlardan daha yararlı oluyordu.

    Başını kaldırdı hafif gülümseyerek ve siyah gözleriyle süzülüp giden güneşe baktı. Güven vericiydi. Ufku daha çok aydınlandı. Doğanın kendisine sunduğu yüce değerlerin ruhundaki acıları hafiflettiğini hissetti. Dergiden kesip sakladığı iki sözü tekrar okudu.

    Eğer aşk varsa insanın hayatında; diğer bütün şeyler yolunda gitmese de olur.
    Dostoyevski

    Bir kadının giyebileceği en güzel giysi sevdiği erkeğin kollarıdır.
    Yves Saint Laurent

    Hava karardı. Elindeki kağıdı cebine koydu. Hep dokunmak istediği yıldızlara baktı. Gözleri doldu. Onlar da yorulmuşlardı yaşamaktan.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  3. #3
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Sözün Gücü ve Etkisi

    İnsanlar, ruhlarındaki dinamiklerini ve üretimlerini sözlerle ifade ederler. Her insan; yaşamındaki bütün tasarımlarını sözler aracılığıyla gerçekleştirir. Her insan; hangi ülkede, hangi dili konuşursa konuşsun, kafasındaki düşüncelerini sözler aracılığıyla aktarır. İnsandaki duygular, varlığına ait özel bilgiler, ancak sarf ettiği sözlerle sağlıklı anlaşılabilir. Söz; yalnızca duyulan bir ses ya da okunan bir yazı değil, insanın doğada, toplumda kendisini direkt ifade etme ve iletişim sağlama gücüdür. Sözcüklerle düşünüyoruz, anlatıyoruz, soruyoruz. Sözcüklerle yaşamımızda değişik tepkiler, olaylar yaratıyoruz. Evrenin herhangi bir noktasında ya da metafizik alanda söz; insan olarak sahip olduğumuz en güçlü araçtır ve silahtır aynı zamanda. İki yanı keskin kılıca benzeyen sözler vardır, anında bir yüreği dilim dilim edebilir. Bu; sözün kötüye kullanımıdır. Örneğin: Asil - onurlu insanlara dayatılmış işkence sayılabilecek, iftira, hakaret ya da karalama gibi çirkinlikler. Sözün diğer kullanımı; keyif, güzellik, sevgi ve mutluluk oluşturur. Sonuçta, nasıl kullanıldığına bağlı olarak söz; insanın ufkunda bir özgürlük zemini açabilir ya da insanı mahkum edebilir. Başta büyüklerimiz olmak üzere, bize hep sevgisini sunmuş fedakar insanlara hitabederken, onları yücelterek konuşmak zorundayız. Kutsal bir görevdir zaten. Tarihte görülen en etkili konuşmacılar; Tanrı elçileri yani peygamberler ve filozoflardır. Bazı sözler öylesine güçlüdür ki; kısa bir tek cümle, milyonlarca insanın yaşamını değiştirebilir, onları topluca yok edebilir. Tarihe baktığımızda; 1930 ’lu yıllarda Almanya’da yönetimi ele geçiren bir diktatör, sözü mükemmel biçimlerde, mükemmel tonlarda kullanarak, tüm halkı koşullandırmış, kışkırtmıştır. Dolayısıyla bu derin etki, ülkesini malum ikinci dünya savaşının içine itmiştir. Çok sayıda insan, korkunç boyutlarda şiddet uygulanmasına ikna edilmiştir. Psikiyatri penceresinden, bu gibi askeri ve politik olayları sorguladığımızda; Adolf Hitler, nutuklarındaki o sözleriyle, direktifleriyle, halk adına halkın korkularını harekete geçiren, gerçekten çok yetenekli bir insandır. Giderek yayılan yangın gibi tüm dünyada cinayetler, kıyımlar yaşanmıştır. İmal ettirdiği, dünyanın en büyük topunun üzerinden, rakip gördüğü devletlere rest çekmesi, Alman ırkının, dünyanın en üstün ırkı olduğu iddiası, yeryüzünü temizleme ve insanlık için yeni bir düzen kurma planları düşündürücüdür. Aslında halk kandırılmış, insafsızca harcanmıştır. Ülkelerin ülkelere, insanların insanlara saldırması, her birinin diğerinden korktuğu içindir. Her birinin diğerinin ideolojisine tahammülü olmadığı içindir. Hitler’in korku çıkışlı inançlara dayanan propagandaları dikkatle, ibretle incelenmelidir. Bilimsel açıdan, insan beynini; sürekli bazı tohumların serpildiği verimli toprak alanına benzetebiliriz. Burada en önemli, en kalıcı tohumlar ise; düşünceler, fikirler ve kavramlardır ama çoğunlukla bu verimli alana korku tohumu serpilir. Her insanın zihni verimlidir, berraktır. Asıl önemli olan; oraya ne tür bir tohumun ekilip üretildiğidir. Konuyla ilgili olarak ele aldığım Hitler’in; halkın bilinçaltına gönderdiği, korku ve savaşın gerekliliği isimli tohumlar çok hızlı büyümüş, ardından bilindiği gibi kitlesel ölümler gelmiştir. Çoğu insan, gerçekte bir ruh hastasının hastalıklı fikirlerini mantıklı kabul edecek kadar değişmiştir. Sözlerin olağanüstü etkilerini anladığımızda, ağzımızdan ne tür görünmez bir enerji çıktığını da anlamış oluyoruz. İnsan zihnine kasıtlı olarak ekilmiş bir korku ya da bir kuşku, ardı ardına felaketler getirebilir. Bir söz; küçük bir çengel atarak zihnimize girebilir, mevcut doğrularımızı, ilkelerimizi ve tüm yerleşik inanç sistemimizi iyiye ya da kötüye doğru değiştirebilir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, asla hayallere dayalı sözler söylememiştir. Sözleri, insanımızın karakterini anlatırken diğer ulusları incitmez ve saldırganlık içermez. Bir Türk cihana bedeldir derken, sadece manevi gücümüzü vurgulamıştır. Geldikleri gibi giderler derken: Barbar, işgalci ülkelere en güzel yanıtı vermiştir.

    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  4. #4
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Kavrama Zorunluluğu

    Milattan sonra 45 yılında doğup ve 125 yılında ölen, felsefe tarihinde önemli bir yeri olan eski Yunan düşünür ve ahlakçı Plutarkhos diyor ki: Gerçeğin araştırılması, Tanrı’nın isteğidir. Bilimsel verilere göre: İnsanın gözleriyle algıladıkları, yalnızca ışık aracılığıyla gözlerine yansıyan titreşimlerden ibaret ve bu titreşimler beyni tarafından imgelere dönüştürülüyor. Eğer insanın gözleri daha yüksek frekansları algılayabilecek bir kapasiteye sahip olsaydı baktığında çok farklı bir dünya görebilirdi. Yerçekiminin etkisiyle ağırlığımızı hissediyoruz ve böylece sabit durabiliyoruz. Dünya adı verilen gezegenin kabuğunda koşuşturuyoruz. Durduğumuz nokta, düz gibi görünse de aslında büyük, topa benzeyen bir cisim. Bu cisim güneşin etrafındaki gezegenlerden biri. Güneş ise yaklaşık yüz milyar yıldızdan oluşan Samanyolu dediğimiz galaksinin kıyılarında dolaşan orta büyüklükte bir yıldız. Samanyolu; mevcut teknoloji cihazlarıyla saptanabilen yaklaşık 200 milyar galaksiden biri. Yani bu 200 milyar galaksi bizim evrenimizi oluşturmakta. Evrenimiz, sonsuzluk içindeki evrenlerden yalnızca bir tanesi. Sonuçta çok büyük rakamlarla açıklanabilen mükemmel sistemler ve tasarımlar. Yıldızların, renklerin bitmeyen dansları. Astronotlar dünyayı uzaydan izledikten sonra, çok farklı bir bakış açısı kazandıklarını ve her şeyin anlamının birden değiştiğini ifade etmişlerdir. Demek ki yaşam tablosunu, ne tür bir çerçevenin içine oturtursak anlamı ona göre biçimleniyor. Algılama ve bakış açısı, yaşamın niteliğini belirleyen en önemli unsurlar. Yani bilinç. Fakat en yüksek bilinç düzeyinde bile insanın, evrenin görev ve işleyişi hakkında yeterli bilgilere ulaşması mümkün değil. Çabalarıyla kendi görüş açısını genişletebilen insan için bu acılı - problemli yaşam, sadece bir deneyimden ibaret. Bütün canlılarda olduğu gibi, insan kendisini pusuda bekleyen ölümle tanıştığında asla direnemiyor, tüm donanımlarıyla ve kazanımlarıyla toprağa karışıyor. Yaşadığı sürece aklını, enerjisini dikkatli kullanabilirse kendi varlığını yüceltebiliyor ancak.

    Dünyanın Son Durumunu Sorgularsak: Mutsuzluk ve doyumsuzluk salgın hastalık gibi. Mutluluk reçeteleri artık işe yaramıyor. İdeolojilerin sunduğu vaatler insanları gerçek anlamda mutlu edemeyecek kadar basit kaldı. Bütün politik söylemler demode oldu ve her şey sis bulutuna doğru ilerliyor ne yazık ki. Ülkeler karışıklık içinde. Köklü bir değişime gereksinim duyuluyor. Yeni anlayışlara, yeni projelere gereksinim duyuluyor. Alışkanlıklar, ilişkiler; toprağı selde yıkanıp giden kayalar gibi sivrildi. Kaba bir tanımla: Sırıttı. Oralara atılan tohumların yeşermesini beklemek büyük saflık olur. Elimizdeki gerçek değerlerin ne olduğunun hesabını yapmak zorundayız. Dünya mutlu bir yer olmalı hepimiz için. İnsanlar, yanlış görüşlerinden kurtuldukça, onlardan boşalan yerlere çok daha iyi bilgileri ve asıl önemlisi, erdemlerinin gelişmesine yardımcı bilgileri doldurabilmeliler. Klasik korkularımız geçmediği için mutlu değiliz, mutluluğu satın almaya çabalıyoruz sadece.

    Dün ne yaptık ? Bugün ne yapıyoruz ? Kanımızı dondurmaya çalışan, bizi güçsüz bırakmaya çalışan dış güçleri daha yakından tanımalıyız. Sevimli yüzleriyle yoldaşlık eden fakat gerçekte düşmanımız olan egemen, sömürücü ülkelerle aramızdaki mesafeyi yeniden gözden geçirmeliyiz. İçimizde ve dışımızda yeniden yapılanmadığımız sürece topluma dair bütün kurtuluş fikirleri, kandırmadan öteye geçmeyecek. İnançlı ve yurtsever bireyler, geleceğimiz için tek yumruk olmalılar. Kapıdaki küresel canavarlar her geçen gün çoğalıyorlar. Uyanık kalmak zorundayız. Omuzlarımızdaki yükler ağır. Biri ittiğinde belimiz kırılmasın.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  5. #5
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Kırmızı Mektup

    Sevgili Ingeborg merhabalar

    Henüz kahvaltı yapmadım. Yazacaklarımı düşünürken önümdeki çayı da unuttum. Umarım iyisindir. İyi olmaya, moralini yüksek tutmaya çalış ve dostlarını elinden geldiğince yaşat.

    Bir uçağın, hava koşulları ya da iniş takımlarının açılmaması nedeniyle, ineceği alanı sıyırıp geçmesini düşün. İnsan ilişkilerinde de bu gibi benzerlikler var. Önceden araştırmalar yapılarak yola çıkıldığında bile yıkımlar yaşanabiliyor, tarafların başı ağrıyabiliyor. Sakın yanlış anlama, bugüne kadar arkadaşlık etmek istediğini belirtip, hiç beklemediğim anda bırakıp giden insanlarla çok karşılaştım. Görüşmelerimizin doğal, sıcak geçmesini ikimiz de istiyorsak: Bunu hissettirmeliyiz. Meraka dayalı sorulardan çok sıkılıyorum. Konu ne olursa olsun, hayal kırıklığı yaşayacak yaşım geçti. Senin için de geçerli bu.

    Dile kolay, koskoca Berlin. Orada nasıl yaşıyorsun bilmiyorum ? Bilmediğim çok şey var ama hayatın senin. Fotoğraflarını inceledim. Mesajların çok güzel. Belki günün birinde buluşuruz ama o gelecek güne yatırım yapar gibi sana iyi görünmek amacında olmadığını tahmin edebilirsin.

    Yakınlarım öldüler. Devlet kademesinde, sanat çevrelerinde sevilirim. Annemi çok önceden, babamı da iki yıl önce kaybettim. Uzun yıllar, tekerlekli sandalyesinde felçli babacığıma severek baktım. Kıyamadım yanından ayrılmaya. İsveç’e gidecektim, gitmedim. Bazı öğretim üyeleri: Arkadaşım lütfen git, buralarda değerin bilinmez, sefil olmanı istemeyiz diye sevgilerini gösterdiler. Olmadı. Olmadı diye yakınmıyorum. Ülkemi, toprağımı seviyorum.

    Yaklaşık beş yıl önce bir balerin vardı. Sigara içeceğim. İçim tuhaf oldu. Kaybettim. Filmlerdeki gibi arabasıyla uçuruma düşmüş. Alkol alırdı, depresifti ama içi güzeldi.

    Dışarıdan hoş görünümlü biriyle tanışmak için uzun uzun düşünüyorum. Güzellik, estetik yalnızca görüntüyle ölçülemez. Yanılgı yaşanabilir. Bir zaman, içimden geldi; sabaha kadar masajlar yaptım, arkadaşın yoğun tedavilerde iyileşmeyen ağrıları kayboldu, yorgunluğu kalmadı. Kendisi de çözemedi. Şiirlerimi dinlerken hortuma kapılıp gökyüzüne yükseldi. Dünyadan çıkıp gitti. Bir zaman, içimden geldi; deniz kıyısında oturduk bütün gece öpüştük, üstümüzde yağmur. Hayatımın kadını sandım. Fakat çok geçmedi, bencil yapısı, kompleksleri açığa çıktı. Beni değil, tüketimi seviyordu. Birini tüketerek ayakta kalıyordu. Bencilliğine dayanamadım, uzaklaştım.

    Aşkı - fedakarlığı isterken, doğru insan mı acaba kaygısını duyuyorum ? Belki yapayalnız ölür giderim, bir çok insanda görüldüğü gibi. Olabilir. Belki seninle görüşmek beni hep rahatlatır. Günlük hobiler teselli edici. Asıl önemli olan: İnsanın kendini gerçekleştirebileceği ve kendi içindeki güzelliği paylaşabileceği birini yaratması. Gerçek bir dost yaratmak yani. Masum çocuğa benzettiğim yüreğimi, usulca kucağına bırakabileceğim insanı arıyorum. Bulurum ya da bulamam. Bulduğum insan, kucağındakine nasıl davranır, kendinden ne verir, bilemem ?
    İrade, mantıkla birlikte kararlar alıyor ve bu kararlarda bilinçaltı da etkili. Bu akşam yalnızca salata yedikten sonra yaklaşık beş kilometrelik bir yürüyüşe çıkacağım. Gözlerim gökyüzündeki yıldızlarda dolaşacak ve çok şey düşüneceğim. Sana sayfalar dolusu yazsam da beni uzaklardan anlayabilir misin ? Sen bana, dünyandan sevgi ışıkları gönderen küçük kırmızı bir fener olabilir misin ? Uzun sürecek arkadaşlık, özel sözlerle başlar. Duygudan soyutlanmış: Nasılsın iyi misin, Günlerin nasıl geçiyor sözleriyle, ne sen ne ben kurtuluruz. Benim aradığım: Gerçek dostluk, duyguların aktarımı, hayallerin paylaşımı ve gerektiğinde kendini adama ( en son, en uzak aşama ). Sevgili Ingeborg, bu görüşümün altını çiziyorum: Adama olayı çoğu insanı aşar. Çünkü seksin de ötesinde bir eylemdir ve her insan başaramaz. Erdemlere sahip, güzel bir insan: Sever, iyilikte bulunur, ziyaretine gider ama kendini bütünüyle adayamaz. Doğuşundan varolan egoları engeldir. Aklıma geldi: Eski dönemlerde Moskova’da yaşayan sanatçı bir çift, aşırı yoksullukları nedeniyle ekmek ve şarap alamadıklarında, erkek demiş ki ( alçak ses tonuyla, biraz da korkulu ): Hiç bir şeyimiz yok şu an. Saçlarını kesip satabilir miyiz, kabul eder misin ? Kadın hiç düşünmeden evet demiş. Başının saçsız kalması hiç önemli değil, asıl önemli olan sonsuz bağlılıklarıymış.

    Aramızdaki iletişim çoğalır ya da eksilir. Kimse kimseye muhtaç değil ama güzel olanı yaşatmak gerekir insan olarak. Hoşça kal. Mutlu kal.


    Şair Hüseyin EVCİL

    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  6. #6
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Gri Bulutlar

    Kültür Bakanlığı desteğiyle yapımı gerçekleştirilen, Eve Giden Yol isimli film mutlaka izlenmeli.

    Bu başarılı filmde: Oyuncularımızın aldıkları rolleri mükemmel canlandırmaları bir yana, doğa ve olayların yaşandığı mekanlar çok hoş. Konular, tarihimizi yansıtıyor. Çekimler, Antakya çevresinde yapılmış: Dönemin gelenekleri, kıyafetleri, konaklar, kervansaraylar, devletin gün geçtikçe kendi otoritesini koruyamaması, tedirginlik, yoksulluk, cephelerdeki son çırpınışlarımız, çöllerde kavrulan insanlarımız izleyiciler açısından gerçekten etkileyici. Ben çok beğendim.

    Filmin bazı sahnelerinde tuhaf oldum. Yalnızca gerilmekle kalmadım, oturduğum koltuktan kalkıp gitmek istedim. Çünkü görüntüler, konuşmalar, insanın yüreğine saplanan türden. Kaç kez gözlerim doldu. Dedelerimizin, güç koşullarda, inançlarını asla yitirmeden, vatana karşı sorumluluklarını nasıl yerine getirmeye çalıştıklarını görmekle çok duygulandım.

    İngiltere, bütün Arap topluluklarını kandırarak, Türklere karşı kışkırtarak, Osmanlı İmparatorluğu adına o bölge topraklarını koruyan askerlerimizin imha edilmelerini sağlıyor. Bir vahşet yaşanıyor.

    Çöl ortasında, çemberde direnen birliğimizin, İngilizler ve Arap destekçileri karşısında, ne yazık ki çıkışları yoktu. Su, yiyecek hiç kalmamıştı. Suya ulaşan yol kesilmişti. Kendi kaderimizle baş başa, zamanımızı doldururken, İngiliz General haber gönderip görüşme talebinde bulundu. Talebini kabul ettik. Karşılama ve bakışmalar görülmeye değerdi. İngiliz, silahlı korumalarıyla gelirken, Arap Şeyhi de onun arkasında, gönüllü sekreteri gibi davranıyordu.

    Görüşme bizim çadırda, ayakta yapıldı. Sadece bir - iki dakika ve biz, gelenlere kapıyı gösterdik. Çünkü karşı taraf, kendi malzeme üstünlüğüne güvenerek ve bizi küçümseyerek: Silahlarınızı teslim edin, canınızı kurtarın, daha böyle kaç gün dayanabilirsiniz ki dedi ? Sizin intihar edecek merminiz kaldı mı acaba dedi ?

    Paşa, koşullar nedeniyle üzgündü fakat ezik, umutsuz değildi. Başı dikti. Düşündü, gezindi. Düşünürken, çadırının önünde nöbet bekleyen askerin yüzüne baktı bir ara, ayakta uyuduğunu gördü. Nöbetçiye sert biçimde: Sıkı dur dedi ama aldığı sesli uyarıyla gözünü açan askerimiz yıkıldı ve oracıkta hemen öldü. Hayatta kalanlarla, son bir hamle yapılması, böylece bir grup insanımızın kurtulması düşünüldü. Bu derhal uygulandı. Düşman çemberi yarılmış oldu.

    İngiliz birliklerinin, çöl ortamında kullandıkları değişik silahlardan başka, eski model uçakları vardı. Bu çok önemli. Diledikleri bölgeleri, özellikle içinde asker gönderildiği istihbaratını aldıkları trenlerimizi bombalıyorlardı. Araplar ise, yakaladıkları Türkleri, develerin arkasına bağlayıp yerlerde sürüklüyorlardı. Çöllerde can pazarı: Din kardeşi olduğu halde sırtımızdan vuranlar, kan ve şiddete doymayanlar, ahlak ve vicdan yoksunluğu, cahillik, insanın yüreğini burkan işkenceler.

    Filmin başka sahnesinde: İngiliz General, içindeki düşmanlığını yenemediğinden, Selahattin Eyyubi’nin türbesine geldi. Saygısızca içeri girdi. Çizmesini, o değerli komutanın mezarına dayayarak, şöyle dedi ( alaycı, gururlu ve tehdit kokan bir tarzda ): Selahattin, sen izin vermedin ama bak biz yine geldik. ( itici, kompleksli hali hep belirgindi ).

    Kalbimin atışları hızlandı. Filme iyice yoğunlaşmışım.

    Mezar, her şeyin üzerinde bulunan bir makamdır, kime ait olursa olsun. Ölüyle tartışmaya girmek, büyük bir zayıflık ve çok iğrenç bir psikoloji.

    Selahattin Eyyubi (1138 - 1193) bilindiği gibi, tarihte, Haçlı Seferinde oynadığı büyük rol dolayısıyla anılmaktadır. Filistin’i elde tutmak için Hıristiyanlar’a karşı mücadele etmiş, olağanüstü cesareti nedeniyle, İngiltere Kralı 1. Richard’ın da bulunduğu tüm batı hükümdarlarınca, takdir ve saygı görmüştür.

    Bunlar geçmişte kalanlar. Önemli olan: İngiltere’nin, uzun vadeli planlarını yaşama geçirmesi. Ortadoğu üzerindeki egemenliği ve halen sürmekte olan denetimi. Zaten çoğu İslam ülkelerinin yöneticilerinin batı hesabına, severek çalıştıkları bilinen bir gerçek.

    Günümüzde, artık gizli saklı tarafı kalmayan başka büyük tehlike: Aynı İngiltere, ABD yardımıyla Türkiye’yi parçalamak istemekte, Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar yayınlamakta. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, etnik ve dini zeminlerde, iç karışıklık çıkarmayı amaçlamakta. Kukla Kürt Devleti ve Ermenistan üzerinden tansiyonumuzu yükselten projeler hazırlamakta.

    Canavarlar canlandılar: Emrediyorlar ve emirlerinin kabul edileceğini sanıyorlar.

    Geçtiğimiz aylarlarda, ciddi basın kaynaklarında ve yorum merkezlerinde vurgulandığı üzere: Rusya Genelkurmay Başkanı Yuri Baluyevski önemli bir açıklama yaptı. Rusya’nın, SSCB döneminde ABD ile imzalanan, Kısa ve Orta Menzilli Füzelerin İmhası Anlaşması’ndan tek taraflı olarak vazgeçebileceğini belirtti. Baluyevski: Anlaşmayı kendilerinin tek taraflı geçersiz ilan etmeleri için, ellerinde Washington’a sunabilecekleri çok sayıda kanıt olduğunu söyledi. ABD, füze kalkanı projesine devam etmektedir. Bu sistemlerin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da kurulmasıyla ilgili hazırlanan planları biliyoruz. Birçok ülke, füzelerini geliştirmeye ve modernleştirmeye çalışıyor. Ancak Rusya, imzaladığı anlaşmaya uyarak bu füzelerin kopyası olmayan teknoloji bilgilerini sildi. Anlaşmadan vazgeçmek için en geçerli neden: Taraflardan birinin diğerine sağlam kanıtlar göstermesidir dedi.

    Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise ( Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşma ): Amerikan yönetiminin, ulusların sınırlarını değiştirmek hedefiyle, kendi sınırlarını aştığını ve bunun dünyadaki istikrarı bozduğunu söyledi.

    Putin’in Uyarıları Şunlardı ( özetle ):
    1) Bir ülkenin tek başına hareket etmesi dünyada her zaman daha fazla acı getirdi. ABD birden fazla alanda sınırlarını aştığı gibi herkese isteklerini kabul ettirmeye çalışıyor.
    2) Hiç bir ülke, kendini güvende hissetmiyor. ABD politikaları dünyada silahlanmayı teşvik ediyor.
    3) Irak işgali en son çare olmalıydı.
    4) Romanya ve Bulgaristan’a ABD füzeleri yerleştiriliyor.
    5) İran yönetimi nükleer çalışmalarının barışçı amaçlı olduğunu açıklıyor. Bu açıklamaların dikkate alınması daha verimli olacaktır.

    ABD Savunma Bakanlığı: Günümüzde kimsenin Rusya ile soğuk bir savaş istemediği, Doğu Avrupa’daki füzelerin NATO üyelerini korumaya yönelik oldukları kısa açıklamasını yaptı. Elbette bu sözler inandırıcı değildir.

    Savunma Bakanı Gates’in, kısa bir süre önce Temsilciler Meclisi’nde konuşurken, Şer Ekseni içinde saydıkları: İran, Irak, Kuzey Kore gibi ülkelere, Rusya’yı ve Çin’i de eklemesi tepki görmüştü.

    Dosyalar kapatılmıyor. Emperyalizm daha çok şeyler dayatacak yoksul halklara. Çünkü şirketler doymadılar.

    Bize dönelim: Ufkumuza değil, doğrudan yüreklerimize saldırı var. Dağılmadan yaşamaya, ilerlemeye devam edebiliriz ( ancak üç maddeyi benimsediğimizde ): Gücümüze inanarak, birbirimizi gerçekten severek, disiplin içinde çalışarak .


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  7. #7
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Yılan Yumurtaları

    Kafamızdaki kaygı verici bilgilere her gün bir yenisinin daha eklenmesine alıştık sayılır. Amerikan füze sistemlerinin, Doğu Avrupa’dan sonra Türkiye’ye yerleştirilmesi için, NATO yetkilisi Victoria Nuland, 5 Mart tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nda resmi görüşmelerde bulunmuş ve sohbet sırasında, ön yargıyla: Türkiye’nin şu anda, İran füzelerinin tehdidi altında olduğunu söylemişti.

    Her zaman, bu gibi batılı misafirlerin saptamalarını gülümseyerek dinledik.

    Geçmişteki soğuk savaşın en belirgin yanı, nükleer silahlanmaydı. Dünyadaki güç dengelerinde, ülkemiz NATO içinde yer aldı ama 90’lı yıllardan sonra çok şeyler değişti. Rusya ile ciddi bir ekonomik işbirliği sağladık. Türk firmaları Rusya’da iş alanları yarattılar. Karadeniz’in güvenliği ve enerji konularında ortak politikalar ürettik. 16 bağımsız Türk Cumhuriyetiyle daha çok muhatap olduk. Bunların bazılarıyla geçmişten gelen akrabalık bağlarımız bulunuyor.

    Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunların asıl amacı ve hedefi: Anadolu topraklarının dokusunu bozmak. Etnik kimlikler kışkırtılarak, emperyalist fikirleri canlı tutmak.

    Yönetime gelen bütün iktidarlarımız, ne yazık ki ağır borç yükü altında kaldıklarından, uluslar arası kuruluşların politik ve ekonomik dayatmalarına karşı koyamadılar. Son zamanlarda, bazı finans, medya ve sanayi şirketleri ile topraklarımızın bir bölümü, doğal kaynaklarımızın bir bölümü yabancılara devredildi. Ürkütücü olan: Yeni Dünya Düzeni’ne bağımlı hale getiriliyoruz.

    Vatanın bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin birinci görevi. Üniter devlet yapısını bırakıp eyaletlere geçmek, intihardır. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’da yaşandı bu. Kopan, daha doğrusu, koparılan parçalar artık birleşmeyecekler. Egemenler, iç çökertme işini oralarda başarıyla tamamladılar.

    Maliye Bakanlığı’mızın: TRT ve PTT kurumlarının özelleştirileceği açıklaması tepki görmüştü. Türk Haber - Sen Başkanı İsmail Karadavut, 27 Şubat 2007 tarihinde Maliye Bakanlığı önüne siyah çelenk bırakmış ve şunları söylemişti: Hükümet kurumlara tüccar gözüyle bakıyor. PTT, 166 yıldır görevini başarıyla yapmaktadır. 50 bin kadrosu bulunan PTT Genel Müdürlüğü’nde çalışan sayısı 25 bine düştü. IMF’ye sözler verildiği için, kurumlara personel alınmıyor. Cumhuriyetin kurumları birer birer elden çıkarıldı. Özelleştirme adı altında önemli kurumlarımız yabancıların eline geçti. Bunlar topla, tüfekle ülkemizi işgal edemeyenlerin bir oyunudur.

    Aynı yemeğin ısıtılıp sunulduğu gibi, Osmanlı döneminde Ermenilere karşı soykırım yapıldığı iddiaları ve iftiralarıyla, günümüz Türk insanı incitiliyor. Bizi insafsızca suçlayanların kendi geçmişlerinin ne kadar kirli olduğu belgelerle ortada.

    Birlikte göz atalım:
    1) 1950 yılından sonra, Kıbrıs Rumları, Enosis ve Megali Idea gibi kutsal saydıkları amaçlar doğrultusunda binlerce Kıbrıs Türkünü organize biçimde, vahşice katlettiler. Her yerden toplu mezarlar çıktı. Fakat çetelerden hiç hesap sorulamadı. Katillerin yargılandıklarına, ceza aldıklarına dair açık, resmi bir bilgi yok.
    2) Biraz daha geriye gidelim: 1829 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla, Mora’da bulunan Türkler göç etmeye zorlanmış, o sıralarda 20 bin Türk katledilmiş. 1923 yılında Lozan’da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesi anlaşmasının ardından, Batı Trakya bölgesinde yaşayan 400 bin Türk, hukuki, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması üzerine, bölgeyi terk etmek zorunda kalmış.
    3) Almanya, ünlü diktatör Adolf Hitler önderliğinde ( 1933 - 1945 ), yeryüzüne egemen olma hayalleriyle, Büyük Alman İmparatorluğu’nu kurmak, mükemmel, üstün bir ırk yaratma hedefleriyle, diğer uluslardan yaklaşık 21 milyon insanı, kurşuna dizerek, toplama kamplarında yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırımın en ağır biçimini uygulamış. Almanlar işgal ettikleri diğer ülkelerde 2 milyon civarındaki Yahudi’yi vurmuşlar, asmışlar.
    4) Danimarka gibi uygar geçinen bir ülkenin de, ikinci dünya savaşı sonuna doğru, ilerleyen Sovyet Ordusundan kaçan ve Danimarka’ya sığınan 250 bin masum Alman mülteciyi, duyarsızca ölüme terk ettiği biliniyor.
    5) Savaşlardan, silahlardan, darbelerden ve zararlı teknolojilerden sorumlu ABD’nin sicili, oldukça karanlık. Soykırımlara; göz diktiği toprakların asıl sahipleri olan Kızılderilileri katletmekle başlamış. İkinci Dünya Savaşı bitiminde, İngiltere ile birlikte hareket ederek, Dresden’e sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle bomba yağdırıyor. Bu saldırılarda ölen çocuk ve kadın sayısı: 200 bin kişi. Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan iki adet atom bombası sonucu 135 bin kişi ölüyor. Vietnam işgali, 70 bin kişinin ölümüyle sonuçlanıyor. ABD, Felluce’de modern silahlarla, sivil halktan tam 1500 kişi öldürdü. Lancet’in araştırmasına göre: Irak’ta ABD işgali nedeniyle ölen sivil insan sayısı 700 bine yaklaştı.

    Tarihimizde olmayan bir soykırımı, varmış gibi göstermekle, Haçlı ruhu Türkiye Cumhuriyetine saldırıyor. İngiliz televizyonu BBC’nin, 27 ülkede yaptırdığı yeni bir ankete göre: Türkiye, Avrupa Birliği’nden çok uzaklaşmış.

    Sonuç olarak, güvenilir kaynaklardan şu bilgileri öğreniyoruz ( özetle ):
    Ermeni soykırımı iddiaları, sadece kasıtlı propagandalar olup, gerçekler çok farklıdır. O tarihte iki devlet arasındaki savaşta, Çarlık Rusya’sı ordusunda, Türkiye’ye karşı 200 bin donanımlı Ermeni askeri savaşmış. Fransız ordusu içinde de, 5 bin Ermeni genci, Fransız giysileri giydirilerek, Türkiye’ye karşı cepheye sürülmüş. Rus ve Fransız ordusu güdümünde savaşan Ermeni askerlerin çoğu Türklerle çarpışmaları sırasında ölmüşler. Ayrıca 1920 ve 1921 yıllarında Ermenistan’ın Türkiye’ye saldırıları olmuş. Rusya tarafından silahlandırılan Ermeni Gönüllü Birlikleri, Türk ordusunu içinden vurmuş, köylerde uyguladığı şiddet sonucu, her iki taraftan da kayıplar olmuş, iki halk arasında karşılıklı çatışmalar yaşanmış. Ancak Ermeni askeri güçleri, emperyalist devletlerin oyuncakları olurlarken, Türkler kendi vatan topraklarının savunmasını yapmışlar.

    Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’dan kalan toprakların paylaşım savaşı gibi de düşünülebilir. Zayıflamış bir imparatorluk 6 ayrı cephede savaşıyor. Ermenilerin Ruslarla birlikte bizi sırtımızdan vurmasına: İhanet denilebilir. 1878 yılında, İstanbul Ermeni Cemaati, Edirne’ye gelen Rus Başkumandan Vekili Grandük Nikola ile görüşerek Rus Çarına bağlılıklarını bildiriyor ve özerklik istiyor. Ermeniler, büyük devletlere güvenerek kan dökmeye 1890’lı yıllardan başlıyorlar. Samsun ile Mersin arasında çizilecek bir çizginin doğusunda ( onlara göre ) Büyük Ermenistan kurulmalıdır. Bu amaçla, Taşnak Partisi ve Hınçak örgütü kuruluyor. Osmanlı Bankası baskını, Abdülhamit’e suikast gerçekleştiriliyor.

    Atatürk’ün Sağlığında Söylediği Uyarıcı Sözlerinden:
    Kürtlerin devletten ayrılarak bağımsız Kürdistan kurmalarını tasvip etmem. Çünkü bu muhakkak Ermenistan lehine kesinlikle İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır.
    ( 16 Haziran 1919 )
    Doğu Anadolu’muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak Kürdistan Teali Cemiyeti gibi çok zararlı bir teşkilatın, vicdan yerine yabancı parası taşıyan serserilerin memleketimize ekmek istedikleri fesat tohumlarının Dersim’de revaç bulmuş olması üzüntü vericidir.
    ( 9 Kasım 1919 )
    Bizi Kurtuluş Savaşı vermek zorunda bırakan İngiltere olmasına rağmen, Anadolu’da hiç çarpışmadığımız İngiliz ordusu ile Musul için, Musul’un kuzeyinde çarpıştık ve çok önemlidir. Dumlupınar’daki 30 Ağustos zaferinin ertesi günü, 31 Ağustos’ta İngiliz ordusuna karşı Derbent zaferini kazandık. Musul bizim için çok kıymetlidir. Sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. Bunun kadar önemli olan: Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil ettikleri takdirde, bu fikir bizim hudutlarımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilecektir.
    ( 16 Ocak 1923 )

    Savunma Bakanı Robert Gates, bir açıklamasında: ABD’nin Irak’ta, uzun süreli dönem için askeri varlık bulundurabileceğini belirterek, Güney Kore ve Almanya’da bulunan üsleri örnek gösterdi.

    Emekli Tümgeneral Osman Özbek ise, bir programda, ABD’nin PKK’ya verdiği desteği somut bir şekilde anlatırken şöyle dedi: ABD, PKK’nın silahlı kalmasını istiyor ve öyle kullanmaya da devam edecek. Fakat asıl amacı: Kürdistan devletini Türkiye’ye doğru genişletmektir.

    Bıçak kemiğe dayandı. Çok kan kaybettik.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  8. #8
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / Kaygılar Ekledim Sevgilerime

    Merkezi, Londra’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün hazırladığı, 2007 yılını kapsayan Askeri Dengeler raporunda: Türkiye’de halen etkili olan, PKK terör örgütüyle ilgili ayrıntılı bilgiler veriliyor. Uzaktan kumandalı, model uçaklarla saldırılar planlandığı, önemli istihbarat olarak bu raporda belirtiliyor. İlginç, düşündürücü: Söz konusu model uçakların, İsrail yapımı olduğu ve 10 kilometreden daha uzak mesafelerden bile kontrol edilebildiği bilgisi veriliyor. Raporda: Örgütün, sürekli silah yenilemekte olduğu uyarısı yapılıyor.

    Bu anlatımlardan anlayabiliyoruz ki, problemin çözümü uzatılıyor. Kaç yıl daha uzatılacağını, mevcut İngiltere ve ABD yönetiminin arkasında bulunanlara sormak gerekiyor ama onlara ulaşmak olanaksız. Mars gezegenine gitmeye benziyor. Geriye sağlam dönemeyebilirsiniz.

    Hangi ülkenin, hangi ülkeye karşı nasıl bir tavır alacağı, hangi ülkeler arasında kalıcı bir düşmanlığın başlatılacağı gibi karanlık planlar, belirli tarihlerde yapılan basına kapalı toplantılarda, organize ediliyor. Öteden beri, Avrupa’daki büyük mason localarında çok gizli kararlar alınıyor. Masaya yatırılan bir ülkenin iç organları ve misyon sorumluları, gelecek zamanlar için, inceleniyor. Sahneden silinecekler, müzeden gün ışığına çıkarılacaklar görüşülüyor.

    Emperyalizm kudurdu diyebiliriz. Ulus devletlerce önünün tıkandığını düşünüyor. Yoksul halkları acımasızca eziyor, birbirlerine kırdırıyor. Hedef seçtiği devletlerin en hassas kurumlarına saldırıyor ( din, ordu, yargı ).

    Yaşamımıza yerleşen yanlış bilgilerin ve dış uyaranların nereden geldiklerine dair yapılan açıklamalar komik, saçma. Fakat alınan bu bilgiler, güçlenerek etkilerini sürdürebiliyorlar. Acı olan: Eğitimi zayıf insanların, çürümüş fikirlere inanmaları. Üzerinde düşünüp özgürce karar aldıklarından mı, yoksa girdikleri atmosferde yakalandıkları elektrik akımının etkisinde kalarak boyun eğmelerinden mi ( psikoloji penceresinden incelenebilir ) ?

    Televizyondaki bir haber nedeniyle, yaptığım işi yarım bıraktığım, iştahla yediğim yemeğin boğazıma takıldığı, gözlerimin dolduğu, sinirlerimin bozulduğu çok oldu. Bazı haberlerin dağıtımını doğru bulmuyorum. Ekonomik problemler, ruh hastalarının işlediği suçlar, bu kadar tırmalayıcı biçimde sunulmamalı. Ayrıca, batı ülkelerinin televizyonlarına baktığımızda: Hükümet ya da parti temsilcileri, her gece ekranda konuşmuyorlar, konuşmazlar. Devletin yüksek makamında oturanların konuşmaları, kısa, düzeyli geçer.

    Bizdeki tekelleşmiş medya: Toplumun; neyi, nasıl düşünmesi, istemesi ya da reddetmesi yönündeki çalışmalarında çok başarılı. Çünkü bir başlık, bir fotoğraf, çok şey demek. İnsanların sakin dünyalarını bir anda alt üst edebilecek kadar sarsıntı demek. Böylelikle güçlü zeminler kuruluyor ve saf düşünceler boğularak, hazırlanmış bir kalıba sokuluyor.

    Irak Devlet Eski Başkanı ile ilgili yorumlar ne kadar belirgindi. Günlerce, elinde tüfekle havaya ateş ederken çekilen görüntüler verildi. Saddam: Purosu, fötr şapkasıyla, tehdit eden, gösterişli bir kovboy gibiydi. Unutmuş olamayız, üzerinden çok geçmedi çünkü. Komşumuzu aşağılayan, çöplüğe çeviren gelişmiş ülkeler, aslında insanlığın kaderiyle oynadılar.

    Küresel ısınma felaketi kapıdaymış. Yıllardan beri füze denemelerini biz mi yaptık, yerküreyi biz mi ısıttık ? Barışçı, demokrat görünümlü canavarların işleri. Nolderun şöyle diyor: Hiç bir şey insan kadar yükselemez ve onun kadar alçalamaz.

    Gençlerimiz, teknoloji araçlarından yağan negatif yağmurları sünger gibi emiyorlar. Saf zihinlerine giren tehlikeli duygular, olası bir saldırı nedeni aslında.

    Yoğun düşüncelerin meydana getirdiği formlar, şuur alanında yaşam buluyor. Beslenmeye devam ederse, güçleniyor, netlik kazanıyor ve bir basınç oluşturuyor. Karakter, vicdan gibi değerlerde eksiklik varsa, bu basınç, şiddeti zorunlu kılıyor ( elektriğin boşalması ). Çıkarlarının zedelendiğini, zenginliklerini kaybedeceğini düşünen insanlara ya da topluluklara göre saldırı: Normal bir tepki. Düşünceler, hangi aktif noktadan besleniyorsa, dayatma altındaki insanlar, o sıcak akımın oyuncuları oluyorlar.

    Basit, günlük tüketim programlarımıza, kendi varlığımızı kendi ellerimizle çivilersek; doğadaki yerimizi hissedemeyiz. İnsan gibi yaşamak, insan gibi ölmek için, kendimizi iyi tanımak, bizi kurban edebilecek duyguları keşfedip sorgulamak zorundayız.

    Her geçen gün, tahrik edici, denge bozucu, öfkeyi harekete geçirici titreşimler çoğalıyor. Gerilim, stres bizi bitkin düşürüyor. Gereksiz hastalıkları çağırıyoruz. Hızla geliyorlar, ruhumuzu tartaklayıp gidiyorlar. Sağlıklı yaşamanın keyfini bırakıp başka ölçülere göre yaşadığımız için sıkıntılarımız hiç azalmıyor.


    Şair Hüseyin EVCİL

    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  9. #9
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / İnternet Üzerinden Tanışmalar

    Hepimiz hayata farklı gözlerle bakıyoruz. Doğrularımız var. Fakat insan olduğumuz bilinci ve sorumluluğuyla bazı şeyleri çok önemsemek durumundayız.
    Çünkü ufkumuzdaki sular berrak, temiz akmıyor.
    Çünkü yolumuzda, mide bulantısına neden olabilecek maddeler çoğaldı.

    Son zamanlarda giderek artan; istismar, kötüye kullanma sayılabilecek davranışlar ve gerçek dışı mesajlar nedeniyle üzülüyorum. Çünkü sayfa açan bazı kullanıcılar, samimi değiller, gerçek fotolarını kasten yüklemiyorlar. Yalana ve kışkırtmaya dayalı bir - iki arabesk sözle, kafalarında kurgusal, iddialı yaşam tarzları yaratıp, iltifat adı altında, basit söylemlerle gözüne kestirdikleri insanları incitiyorlar. Halk arasında dendiği gibi: Cılkı çıktı.

    Yürüyen mutlu birlikteliğini nankörce yok sayıp, ekrandan bir başkasıyla tanışmak isteyen kişi, çekinmeden yalan ve yapmacık mesajlar gönderiyorsa, bunun davranış biliminde açıklaması: Doyumsuzluk, problemli kişilik, kompleksler, depresyon olabilir. Özel yaşamları yargılamıyorum ama sürekli gördüğüm, arkadaşlarımın da tanık oldukları şey. Bencillik ve dozunu aşan saygısızlık modası yayılıyor. Rol yapıldığı için, her şey beklenenden daha hızlıca tüketilmiş oluyor. Hep doğrular konuşulsa, yazılsa ne olur sanki ?

    Bazı erkekler kendini gizleyerek, kadın rolündeler ve yine kendilerini çok farklıymış gibi göstererek, alanı işgal ediyorlar, yağmalıyorlar. Oysa yaşamları, sıradanın da sıradanı. Lezbiyen olduğu yalanını da ekleyenler var bilgilerine. Sanki bu bir erdemmiş gibi. Ne kazandıklarını merak ediyorum ? Her iki cinsle de tanışmak istediğini yazanlar, hayali arkadaş listesi hazırlayanlar, çok sayıda ilgilendiği ( aslında uzağından bile geçmediği ) şeylerin abartılı dökümünü yani bir yerden kopyalayıp yapıştırdığı saçmalıkları benim hobilerim diyenler, bayan isimleriyle Msn adresi alan erkekler, virüslü mail göndermekten haz alan sapıklar arttı. Nasılım ama, güzelim değil mi, sakın benden msn adresimi istemeyin diyen bayanlar. Kendi fotosu yerine, hep grafiklerle ya da alakasız resimlerle görünmek isteyenler …

    Elbette bizler zekamızla, uzaktan kimin doğru kimin sahteci olduğuna kolayca karar veremeyiz ama ipuçları kendiliğinden dökülmekte. Tanrı Aşkına, en önemli bilgileri yazma zahmetine katlanmayan, başkalarının fotoğraflarını çalıp kullanan kişilerin, başkalarıyla diyalog kurmaya ne hakları olabilir ki ? İnsanlar bu şekilde mutlu oluyorlarsa, dilediklerini de ekrana yazabilirler diyemeyiz. Avrupa’nın özgür ülkelerinde bile insanlar birbirlerini incitmekten çekiniyorlar ( ileri derecedeki ruh hastaları hariç ). Ülkemizdeki laçkalık önemli boyutlara ulaştı.

    Önceki yıl, sitenin birinde bir bayan, benim tanışma mesajımdan sonra: Canım bak şu ana kadar tam 2600 adet mesaj aldım. O mesajları bana enayi ve salak erkekler attılar. Zavallı yaratıklar, acınacak haldeler diye yanıt yazdı. Hanımefendi keyifliydi ve sevindirik durumunu başarı gibi aktarmaktaydı. Bilinçaltındaki öfke ve kini, feminist bir ambalaja sarıp erkeklerin kafasına fırlatmayı seviyordu. Sitede bulunma nedeni: Bir insan olarak diğer insanlarla güzellikleri paylaşmak değildi. Ağlarını atmış, sigarasını yakan balıkçılara benziyordu. Oysa asıl acınacak halde olan kendisiydi.

    Başka bir durum ( daha acı örnek ) : herhangi bir bayanın yaşamında, dürüst - uyumlu bir erkek sevgili varken, yine de yedek liste oluşturma kaygısında. Karşı cinsi etkilemeye yönelik pozlarını yayınlıyor, dikkat toplamayı seviyor. Verebileceği bir şey olmasa bile, yaptığı reklam - gösteri ile çatlamış kişiliğini onarmaya çalışıyor. Güzelliğinin onaylanmasını bekliyor. Bir dilencinin elini açıp para beklediği gibi mesajlar bekliyor her gün. On Line olmak - hatta kalıp mesaj beklemek onun cephesinde günün önemli bir işi sanki.

    Ahlakçı bakmıyorum. Vurgulamaya çalıştığım: Kişilerin fiziksel silahlarıyla, hem kendilerini, hem başkalarını kandırmaya çalışarak tatmin olmaları. Model ajanslarına başvurabilirler ( birikimleri, kültürleri yeterliyse ). Her insanın onuru - gururu var. Her insanın zamanı, duyguları değerli. Savaşlar ve cinayetlerden sonra yeryüzündeki en büyük saygısızlık şudur: Temiz bir insanı umutlandırıp, tıpkı hırsız gibi duygularını ve zamanını çalma girişimi. Bu eylemini: Sömürü olarak da tanımlayabiliriz.

    Saygısızlıkta bulunanların değişmelerinin mümkün olmadığını biliyorum. Çünkü tarihte peygamberler dahi hastalıklı ruhlar karşısında pes etmişlerdir ama sadece izlemek, tepkisiz kalmak duyarlı insanların işi değildir. Yaşam, özgürlükle zorunluluğun bir karışımıdır diyor Alman felsefeci Goethe. Toplumda yaşadığımız sürece davranışlarımızdan sorumluyuz. Bu arada interneti soyutlayamayız.

    Sanal diyalogların: Nezaket çizgilerinin dışına çıkılabilir gibi düşünülür olduğu ve resimlerin gelişigüzel kullanıldığı, kanalizasyon çukuru gibi komplekslerin boşaltıldığı bir yerde, kimileri, yani temiz düşünenler hep üzülecektir.

    Aklıma geldi: Rahmetli edebiyat emekçimiz Can Yücel’e, zaman zaman küfürlü şiirler yazması nedeniyle katılmazdım. Tepkilerini daha ince aktarmasını beklerdim. Bu benim düşüncem. Sağlığında kendisine iletmiş değilim. İletsem dinlemezdi zaten. Kaç yaşından sonra.

    Tanışmalarda: Emek harcamadan, duygu ortaya koymadan, gizlenerek seks yatırımı yapmaya çalışmak estetik değil. Hayvansal. Rüzgar böyle esiyor diye ben de etkili silahlardan yararlanarak yazmaya başlarsam; o zaman, kendim olmam. Neden başkası olayım ?

    Silah kullanmak zaten korkak insanlara özgü bir seçim. Silah, ancak nefsi müdafaa için gerekli olabilir ( masum insana ya da vatan topraklarına saldırı ). Para da büyük bir silah ve hiç paslanmıyor. Fakat onunla; duygu, sevgi, karakter satın alınamıyor.

    Pozitif, negatif, beynimizden yayılan bütün titreşimler atmosferi dolaşarak tekrar bize döner. Uzmanlarca kanıtlanmış kesin bir olaydır. Başkalarını aldatarak, inciterek keyif ve mutluluk sağlanamaz. Bu çabalar psikopatlığa giriyor.

    Çevrenizde gerçekten birbirine aşık olan insanlara rastlıyor musunuz ? Ben söyleyeyim; o eskidendi, bitti. Günümüzde egolar, vahşi güdüler önde. Romantizm, romanlarda, filmlerde sıkışıp kaldı. Aşınma, yozlaşma katlanarak gidiyor.

    Hobilerimizi, yeteneklerimizi paylaştığımız ölçüde anlamlı, güçlü ilişkiler kurabiliriz. Geyik muhabbeti denilen mantıkla, herkes birbirini kandırmaya devam eder, sürdürdüğü alışkanlığını normal kabul ederse: İletişimler tıkanır. Zaten günümüzde Msn adreslerinin kabarıklığı, kişilerin ihtiyaçlarına yanıt bulamadıklarının açık kanıtları. Mutlu insan, daldan dala atlayıp 100 tane adresle neden uğraşsın ?

    Bugün güzel yaşıyor olmanın tadını çıkaralım. Arada bilgisayardan, televizyondan uzaklaşalım. Geceleri balkonda, elimizde çayla kendimizi gösterelim yukarıdaki yıldızlara. Kıskansınlar. Binlerce yıldır ışık saçıyorlar ama özgür değiller. Konuşamazlar, buluşamazlar. Buluşamayacaklar.

    Biz insanız. Bu ne güzel bir şey: Düşünmek, hissetmek, gülümsemek, ilkelere göre yaşamak ve dostları mutlu etmek.


    Şair Hüseyin EVCİL
    Copyright
    TYRANNOS Edebi Ürünler

    İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz
    Tyrannos Production 2007

  10. #10
    Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Turkiye / IZMIR
    Mesajlar
    46

    KULE GÜNLÜĞÜ / İnsan Olmak

    Ufkuma titizlikle dizdiğim: Yaşamımı nasıl sürdürüyorum. Neyin, ne kadar farkındayım gibi soruları seviyorum. Yorgunluğuma yenilip uyusam, kendimi akıntılara bırakarak yaşasam, yaşama en küçük bir anlam katamam.

    J. J. Rousseau diyor ki: En çok yaşayan insan: En çok yıl geçirmiş olan değil, yaşamı en çok hissetmiş olandır. Yaşadığım coğrafya, dostlarım ve deneyimlerim önemli. Duygularım çok önemli. Fakat doğanın güçlü pençelerinin, benden büyük parçalar koparıp, yüreğime kaya tuzu dökmesini nasıl önleyebilirim ? Mümkün değil. Bildiğim çemberin çevresinde bekleyen yüksek duvarları aşmak kolay değil.

    İşte yaşamın sıcak çemberlerinde büyük savaşlara giren özel kişiliklerin, her biri üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken sözleri. Okuduğumda titredim. Kaçamadım.


    - Üstün insan kendinden verir. Sıradan insan başkalarından alır.
    Konfüçyüs

    - Tuttuğun her şeyden ziyade, yüreğini koru. Çünkü hayatın kaynakları ondandır.
    Hazreti Süleyman

    - Hayat geriye doğru anlaşılabilir. Fakat ileriye doğru yaşanmalıdır.
    Soren Kierkekaard

    - Bir savaşçı; yalnızca bir insandır, alçak gönüllü bir insan.

    - Sözcüklerin kusuru; kendimizi her zaman aydınlanmış hissetmemizi sağlamalarındadır, oysa dönüp dünyayla yüzleşmeye kalkıştığımızda bizi daima ortada bırakırlar ve her zaman olduğu gibi; dünyayla, aydınlanmadan yoksun olarak yüzleşmek zorunda kalırız.

    - Öğrenmek için yola çıkan insanın işi çok zordur; üstelik öğrenebileceği şeyler kendi yaratılışıyla sınırlıdır. Bu yüzden, bilgiden söz edip durmanın hiç anlamı yoktur. Bilgiden korkmaksa doğaldır, hepimiz yaşarız bunu ve yapabileceğimiz bir şey yoktur. Öğrenmek ne denli korkunç olursa olsun, bilgisiz bir insan kadar korkunç olamaz.

    - Sıradan bir insan; insanları sevmek ve onlar tarafından sevilmek ile çok fazla ilgilidir. Bir savaşçı ise; sever, hepsi bu. Neyi ve kimi isterse onu sever.
    Don Juan

    - Yaşam yolunun sırlarını kimse açıklayamaz. Her yolcunun tökezlemesi gereken taşlar vardır.
    - Her insan kendi boyunduruğunu taşır.
    Goethe

    - Her zaman yaptığın şeyleri yapmaya devam ettiğin sürece,
    her zaman elde ettiğin şeyleri elde edersin.
    H. J. Brown

    - Yanlış trene binmişseniz, koridorda ters yöne yürümenizin yararı yoktur.
    Dietrich Bonhoeffer

    - Akıl, yeryüzünden tamamen yok olsa bile, hiç kimse cahilim demez.
    - Arslan mağarasında can verir, köpeğin ağzından artanı asla yemez.
    - Kuş bakışı bakmak güzeldir; fakat kuş gibi bakmamak şartıyla.
    Şeyh Sadi

    - Gerçeği her zaman her yerde savun.
    Anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun.
    Herbert George Wells

    - Halk büyük yalan söylemediği için: Devletin söylediği büyük yalanları doğru zanneder.
    Adolf Hitler

    - Doğada insan kadar kötü, vahşi ve zalim bir başka yaratık yoktur.

    - Toplumda doğru ya da aptalca, kötü bir işin yapılıp yapılmaması sistemden değil, bireylerin durumundan kaynaklanır.

    - Trajediler asla önlenemez, çünkü bunlar gerçek felaketler değildir, karşıt dünyaların birbirine toslamalarıdır.

    - Yazarın Görevi: izlenecek yolları göstermek değil, o yolların izlenmesine özlem duyulmasını sağlamaktır.

    - Birbirlerine ne kadar yakın bulunurlarsa bulunsunlar, insanlar arasında yine de her zaman bir uçurum ağzını açmış bekler, bu uçurumun iki yakasını geçici köprüyle de olsa, yalnızca sevgi bağlayabilir.

    - İnsanlar güven ve sevgiyle ödemede bulunmak yerine, bunu para ve mülkle yapmayı tercih ederler.

    - İyi insanlar, güven içinde yaşayan, yaşama inanan ve yarın ya da öbür gün onaylamayacakları hiçbir adımı atmayan insanlardır ki, duygularıyla davranışlarının kapsam ve sonuçlarını açık net kestirebilirler.
    Hermann Hesse

    - İnsan, Evrenin en güzel nesnesi olduğu için ; dışarıda aradığı güzelliğin örneğini kendi içinde bulması gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildiği kadar kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca eskisinden bambaşka bir insan olduğunu anlar.
    Pascal

    - Her şey insanın kafasında biter.
    Arnold Palmer

    - İnsan; hayatında bir an gelir, kapı ve pencereler kapalıysa, duvarı delip geçmek zorunda kalır.
    Bernard Malamud

    - İnsanlar yalnızca görmeye hazır oldukları şeyleri görürler.
    R . Waldo Emerson

    - Söz söylemeyi öğrenmek, kılıç kullanmayı öğrenmekten daha zordur.
    Ahmet İbşihi


    TYRANNOS Edebi Ürünler
    Tyrannos Production 2007

Sayfa 1/6 123 ... SonSon

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.