Sayfa 7/8 İlkİlk ... 5678 SonSon
71 sonuçtan 61 ile 70 arası

BİR HİKAYEDİR YAŞAM

  1. #61
    Senior Member adem52 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Yer
    ordu fatsa istanbul türkiye
    Mesajlar
    667
    Alıntı mystrey Nickli Üyeden Alıntı
    Alıntı adem52 Nickli Üyeden Alıntı
    peki o öğrenci sınıfı geçmişmi
    O geçmişte sınıfta kalanlar olmuş :evil:
    mümkün değil efendim kesin kalmıştır bi yanlış anlaşılmamı var
    herzaman doğruyu söyle ne dediğini hatırlamak zorunda kalmassın

  2. #62
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Acıları neyin içine koyduğunuza dikkat edin!!!

    Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.

    Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle: - "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.

    Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - "Tadı nasıl?" - "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. - "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, - "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: -

    "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır.

    Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

    -----ALINTI-----

  3. #63
    Junior Member
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Yer
    Manisa / Türkiye
    Mesajlar
    23
    Alıntı MyStrey Nickli Üyeden Alıntı
    yaşanmış bir aşk hikayesidir bu hayatta hiç bir şeyi ertelememek gerektiğini anlatan..



    aşk ve ölüm

    9. sınıf

    şuan dersteyiz. yanımda dünya tatlısı bir kız oturuyor. yüzüne bakmaya kıyamıyorum. onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor. o benim en yakın arkadaşım. beni sadece arkadaşı olarak görüyor. nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum...



    10. sınıf

    evdeydim arayıp erkek arkadaşıyla tartıştığını ve bana ihtiyacı olduğunu söyledi. sonra bize geldi. bana sıkı sıkı sarılıp ağladı. şuan dizimde uyuyor. saçlarını okşayıp o gül yüzünü doya doya seyrettim. ben onu o kadar çok severken o beni sadece arkadaşı olarak görüyor. nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum...




    11. sınıf mezuniyet balosu

    onunla çocukluktan beri arkadaşız. 8. sınıftayken birbirimize söz vermiştik lise sonda mezuniyet balosuna gidecek eşimiz olmazsa beraber gidecektik. beni aradı ve erkek arkadaşının hastalanıp gelemeyeceğini söyledi ve beraber gidebilir miyiz diye sordu. kabul etttimonu evinden aldım. balodaki en güzel kız oydu. bembeyaz elbisesiyle tıpkı bir melek gibiydi.. gece boyu dans ettik. kollarımdayken hep aynı şeyi düşündüm onu çok seviyordum . gece sonunda onu evine bıraktım. beni yanağımdan öpüp en iyi arkadaşı olduğumu söyledi. onu gerçekten çok seviyorum. ama o beni arkadaşı olarak görüyor. ona onu sevdiğimi nasıl söylerim. nedenini bilmiyorum ama kenmdimden çok utanıyorum...



    aradan yıllar geçti.. şimdi o canımdan çok sevdiğim meleğimi toprağa veriyorum. özel eşyalarının arasından kara kaplı bir defter çıkmış bana verdiler. okuyup okumamakta kararsızdım. açtım. bu bir günlüktü ve bir sayfasında şöyle yazıyordu...

    ....

    ''şuan dersteyiz ve yanımda dünya yakışıklısı bir çocuk oturuyor. yüzüne bakmaya doyamıyorum. onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor. beni arkadaşı olarak görüyor. erkek arkadaşım olduğu yalanını söyleyerek ve sürekli onunla ilgili yalanlar uydurarak yanında olabiliyorum. onu canımdan çok seviyorum. bana bir kerecik seni seviyorum deseydi dünyalar benim olurdu... ''




    ben bu satırları okurken meleğimi çoktan gömdüler. hıçkırıklarımı tutamıyorumgözümü mezarından alamıyorum. merak etme biriciğim ben de ben de seni çok seviyorum....


    alıntıdır.........

    Çok etkileyici gerçekten,
    Bence hayatta hiç bir şeyi ertelememeliyiz.
    Aşk için herşey mübahtır.
    Ben bir kelebeğim fikir bahçesinde,
    Yıllardır o çiçekten o çiçeğe dolandım,
    Öyle bir çiçek kokladım ki adı Türkçülük,
    Bir çırpıda o çiçeğe bağlandım.

  4. #64
    Moderator
    Üyelik tarihi
    Feb 2007
    Mesajlar
    6.163
    Çerçevedeki Resim

    Bayram ne güzel, ne tatlı. Zaman, akraba ziyaretlerinin arasında pembe şerbet kıvamında akıyor kendince. Ortalık ak pak yuvarlanan dairevi soğuk toz şekere kesmiş, her yan hayalleri hallaç eden ince bir karla örtülü. Sokakta gezenlerin yanaklarına ellerine soğuk soğuk dokunan pansumancı rüzgâr, yerlerini beğenmediği beyaz tanecikleri süpürgesiyle öteye beriye asıl nöbet yerlerine yolluyor. Milli birliğini tamamlayamayınca ferdî takılan kar taneleri, ayakkabılar altında ezildikçe gacırdıyordur şimdi. Benimse kalorifer peteği, dizlerimi yakıyor. Manzara pencere gerisinden böyle epey eğlenceli görünüyor. Bir de dışarıdakilere sormalı.

    Bayram ziyaretlerinde yıllardır halleşmediğimiz akrabalarla görüşme fırsatı doğuyor. Teyzemin oğluyla da yıllardır görüşmemiştik. Onlar Ankara’da yaşıyorlar biz burada. Şimdi ben de üniversiteye gidince, hepten ayrı düştük onlarla. Teyzemler bir sürpriz yapıp İstanbul’a gelmişler. Eniştemin babasının evindelermiş birkaç gündür. Bir şaşırtmaca da ben yapayım dedim ve pat diye onlara gittim. Teyzeoğluyla konuştuk konuştuk, güldük hüzünlendik. Benim haytalıklarımdan onların maceralarından söz ettik. Öğretmenleri çileden çıkarışımızı andık, mahalledeki çocuklardan bazısının başına ördüğümüz çoraplardan söz ettik. Laf yamaçtan düze inince hız kesti, bir aralık durakladık. İşte o an sessizliği bölen garip bir soru sordu:

    “Çerçevede kim var?” dedi gülümseyerek. Anlamamıştım. Ne demekti bu? Çerçeve nereden çıkmıştı şimdi. Konuştuğumuz konuyla ilgisi yoktu.

    “Ne çerçevesi yahu?” dedim şaşırarak. Pencere çerçevesinden görünen dışarıdaki canlı kartpostala dalıp gidişimi mi kastetti ki diye düşündüm. Bir anlam veremedim sorusuna. Zihnimi bir heybeden diğerine aktardım, meseleyi aydınlatan bir ipucu bulamadım.

    “Unuttun mu, aynısından ikimiz de resim çerçevesi almıştık ya! Komodinin üstüne koyacaktık. Akşamları ona bakarak uyuyacaktık. Sabah kalktığımızda…”

    Zihnim bir hatıranın birkaç çürük ipini yakalamıştı. Çekince, tavan arasından yıllar sonra indirilen eski bir oyuncak gibi onca tozu toprağıyla odanın ortasına düşüverdi bir resim çerçevesi.

    “Vaaay! Tamam, tamam! Şimdi hatırladım.”

    Yıllar önce, bir bayram sonrası olmalıydı. Cebimizde ziyaretlerde biriken ve bizi bir akrep gibi sokan harçlıkları harcamak için çarşıya inmiştik. Biriken ne var ne yoksa harcamıştık da! O gün aldıklarımızın arasında koyu renkli ahşaptan iki küçük resim çerçevesi de vardı. Sevdiklerimizin, hayatımızı uğrunda seve seve feda edeceğimiz sultanlarımızın resmini koyacaktık. Belki lise bir, belki de ikideydik. O zamanlar gerçek hayattan uzakta, bulutların üzerinde yaşıyorduk, arkadaşlarımızdan başkasını takmıyorduk. Kaşları endişeden eğik anamız babamız, öğüdü ağzında öğretmenlerimiz, büyüklerimiz vız gelip tırıs gidiyordu.

    O gün, önce çerçeveleri aldık bir kaldırım sergisinden, sonraki günlerde de içlerine resmini yerleştirebileceklerimizi bulacaktık. Çocukluk işte… Ben bunları çoktan unutmuştum oysa. O yıllardaki ben, şimdiki kendimden ne kadar uzaktaydı. Çocukluk andına sahip çıkmamanın endişesiyle mahcup gülümsedim:

    “Bilmem, evde bir yerlerdedir herhalde.”

    Benim uzun zaman önce değiştirdiğim çizginin alışkın yerlisi olarak rap diye kalktı, şipşak içeri gitti. Az sonra, elinde belleğimin bir köşesinde beklerken örümcek ağlarının arasında kaybolan, yarım yamalak hatırlayabildiğim, yıllar önceki kahverengi ahşap dikdörtgenle birlikte geldi. Heyecandan sırılsıklamdı. Elime tutuşturdu. Merak etmiştim. Acaba kendi çerçevesinde ne vardı. Baktım. Çerçevenin ortasına özenle giyinmiş, itinayla gülümseyerek mutlu görüntüsüyle poz vermiş bir kızın fotoğrafı duruyordu. Demek onun çerçevesini bu kişi doldurmuştu. Benim yamacımda işler epeyi farklıydı. Ben bu patikadan gitmeyeli epeyi olmuştu. Heyecanına hürmeten sordum:

    “Kim bu?”
    “Dilara… Arkadaşım…”
    “Dilara” derken gözleri ışıldıyordu. Coşkuyla ekledi: “Geçen ay sözlendik. Seviyoruz birbirimizi.” Bu konuyu konuşuyor olmaktan mutluydu. Mutlu kelimesi az gelirdi, sevinçten sekiz köşeydi.

    Sözün ucu benim çerçevemin ortasındaki boşluğa geleceği için suyun yolunu değiştirmek istedim:

    “Aa ne güzel bir isim. Anlamı ne?”
    “Anlamı mı? Bilmeeem!”

    Bu konuda hiç kafa yormamıştı anlaşılan: “Bilmem! Hiç düşünmedim!”

    İşte burası benim sahamdı, atıldım:
    “Sözlük var mı evde?”
    “Sanmam; ama bir bakayım”

    Kardeşinin olsa gerek, küçük, gülünç bir ilkokul sözlüğü bulup getirmişti. El kadar sayfaların arasına ikimiz de koca kafalarımızı sokuşturduk, sözlük bu kelimeyi almamıştı. Başka çözüm yolları denemeliydik.

    “İnternet amcaya soralım.”
    “Nassı yani?”

    Hemen dabılyu dabılyu dabılyu tedeka nokta gov nokta tere adresini yazıp çıkan sayfadaki kutucuğa Dilara yazıp tuşladım. Anlamın verileceği sayfa şılak diye gelecekti ekrana güya. Şılak diye bir sayfa geldi gelmesine ama aradığımızı bulamamıştık. Bu isim Dil Kurumu’nun sayfasında yoktu. Biz de n’apalım, başka adreslere yöneldik. Bir sözlük sitesinde aradığımıza ulaştık sonunda: gönül alan. Dilara, gönül alan demekmiş meğer.

    “Hımm güzel isimmiş be. Harbiden kıyakmış.” dedi. “Dur yarın bununla hava atayım ona.” diye kıkırdadı. “Bayılır, bayılır böyle şeylere.”

    O sırada yan komşuları da ailecek geldi bayramlaşmaya. Bu gelişme izin istemek için iyi bir fırsat oldu: “Bana müsaade… Bayram ziyareti kısa olur.” falan festek diye bir şeyler geveleyerek apar topar kalktım.

    Eve yollanırken ağırlaşan adımlarıma o taze, beyaz gacırtı eşlik etti. “Vay be!” dedim kendi kendime. “…yollarımız ne kadar ayrılmış birbirinden. Oysa ikimizi, hâlâ o iki uçarı delikanlı olarak saklıyordum hafızamda. Hatıraları bir anda değiştirmek zor olacak. Bir süre daha o günlerde yaşıyor gibi hatırlayacağım o eski tanıdıkları.”

    Benim şimdi daha farklı dertlerim vardı. Kalbimi masivadan uzaklaştırmak, ruhumu inceltmek istiyordum. Elime bahçıvan makasını alıp kalp bahçeme yolculuğa çıkıyor, sürgün verip yolları kapatan yaban sarmaşıklarını, dikenli çalıları temizliyordum. Dilime “Ya Cemîlu”yu sarmalayıp gönül aynalarımı parlatmaya çalışıyordum. Kalbimin yollarına ayrık otu tohumları düşünce bakıyordum ki ağzımda iki dize tekrarlayıp duruyorum: “Dil beyt-i Huda’dır anı pak eyle sivâdan / Kasrına nüzul eyleye Sultan gecelerde.”

    Demek, yıllar insanların önüne farklı yollar açtığı gibi her birine ayrı hayatlar da sunuyordu. Aynı dünyadaydık ama birbirimizden apayrı hayatları yaşıyorduk.

    Eve varınca daha paltomu çıkarırken anneme o çerçeveyi sordum. Anacığım, evdeki her bir şeyin yerini bilir, yıllar önce evin bir yerinde bir delikte görmüş olsa da… Sandığın dibinden şak diye buldu çıkardı. Evet, yepyeni duruyordu.

    Benim çerçevem de boş kalmayacaktı. Kitaplığın üst katını boydan boya kaplamış vişneçürüğü dergi ciltlerinden ilkini aldım. Her cilt on iki dergiden oluşuyordu. İlk derginin kapağında bakışları yağmurlu, ağlayan bir çocuk vardı. Dokunaklı resme baktım kaldım. Bu gözü yaşlı, mahzun çocuk ne acıklı çağrışımlar uyandırmıştı bende.

    Çerçeveyi dergi kapağının üstüne koyup ölçü aldım. Makasla özenle kestim ve ağlayan çocuğu yerleştirdim. Geriden baktım. Resmin altındaki yazı da çerçevenin içine orantılı olarak yerleşmişti. Okunabiliyordu: “Merhametin yok diyelim nefsine/ Merhamet etmez misin evladına.”

    Güzel olmuştu. Burada kalmasın diye tatil sonrasında götüreceğim çantanın yan gözüne yerleştirip fermuarı kapattım.

    Şemseddin YAPAR
    [
    Ya da
    [

  5. #65
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201

    huzur nerede ?

    Bir gün bilge kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül
    vereceğini duyurdu. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Birbirinden güzel
    resimler yapıp saraya teslim ettiler. Kral tabloları bir bir inceledi.
    Yalnızca iki tablodan hoşlandı. Ama birinciyi seçmesi gerekiyordu.

    Resimlerden birisinde, sükûnetli bir göl vardı. Göl bir ayna gibi etrafında
    yükselen dağların huzurlu görüntüsünü yansıtıyordu. Üst tarafta pamuk
    beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyordu. Resme kim baktıysa onun mükemmel bir
    huzur resmi olduğunu düşünüyordu.

    Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar üst tarafta
    öfkeli gökyüzünden yağmur boşalıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde
    ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısacası resim hiç de huzur dolu
    görünmüyordu. Fakat kral resme bakınca şelalenin ardında kayalıklardaki bir
    çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın içerisinde ise
    anne bir kuşun ördüğü bir kuş yuvası görünüyordu. Serçe akan suyun orta
    yerinde anne kuş yuvasını kuruyor. Harika bir huzur ve sükûn. Kral ikinci
    resmi seçti.

    Çünkü dedi, ' Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun
    bulunmadığı yer demek değildir. Huzur; sıkıntıların, dertlerin, sorunların
    içinde bile yüreğinizin sükûn bulabilmesidir. Huzurun gerçek anlamı budur.'
    Mutluluğu yakalayabilen insanlar huzurlu olur. Mutlu olmayı bilmeyen
    insanlar hangi ortamlarda bulunurlarsa bulunsunlar bir türlü huzurlu
    olamazlar.

  6. #66
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Bir Hint masalina göre;
    Kedi korkusundan devamli endise içinde yasayan bir fare vardir.
    Büyücünün biri fareye acir ve onu bir kediye dönüstürür.
    Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacagi yerde
    bu kez de köpekten korkmaya baslar.
    Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüstürür.
    Kaplan olan fare, sevinecegi yerde avcidan korkmaya baslar.
    Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsin farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
    Onu eski haline döndürür.
    Ve der ki,
    "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüregi var.
    O yüzden ben sana yardim edemem."
    Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda söyle diyor:
    Ýnsanlarin çogu kaybetmekten korktugu için sevmekten korkuyor..
    Düsünmekten korkuyor, sorumluluk getirecegi için.
    Konusmaktan korkuyor, elestirilmekten korkttugu için.
    Yaslanmaktan korkuyor, gençligin kiymetini bilmedigi için.
    Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir sey vermedigi için.
    Ve ölmekten korkuyor, aslinda yasamayi bilmedigi için.

  7. #67
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Tokat Atmadan Bir Daha Düşün
    Genç adam, evinin alt katında marangozluk yapıyordu. Kapı ve pencere konusunda uzmandı. Fakat plâstik pencereler yaygınlaşınca, ahşap olanlara rağbet azaldı. Bu yüzden işler iyi gitmiyordu. Üstelik de çocukları büyümüş, biri hariç okula başlamıştı. Masrafları artınca, yanındaki kalfasına yol verdi. İşe biraz daha erken koyulur, yardımcıya ayırdığı parayı, çocukların harçlığına katardı.

    Adam, bir gün çalışırken, elektrik kesildi. Ve uzun süre beklediği halde gelmedi. Aksi gibi, o akşamüzeri teslim etmesi gereken birkaç pencere vardı. Boş kalmayı sevmezdi. Planyayı yağladı, talaşları süpürdü. Biraz dinlenmek için eve çıkarken, sigortaya göz attı. Eğer yanılmıyorsa, bu iş normal değildi. Biri gelip sigortayı kapatmış olmalıydı.

    Şalteri kaldırınca, atölye aydınlandı. Tahminleri doğru çıkmıştı ama bu işe bir anlam veremiyordu. Şaka dese, böyle bir şaka yapılmazdı. Kendisini kıskanacak bir düşmanı da yoktu.

    İşe koyulduğunda, yine aynı şey oldu. Ama bu sefer suçluyu görmüştü. Oğlu, evden atölyeye bağlanan merdiveni sessizce inmiş ve sigortayı kapattığı sırada, babasını karşısında bulmuştu.

    Adam, on yaşına gelmiş bir çocuğun böyle bir haylazlığını affedemezdi. Bütün günü, onun yüzünden mahvolmuştu. Bir kere yapmış olsa, ses çıkartmazdı. Ama tekrarlaması, hangi yönden bakılırsa bakılsın, büyük hataydı. Saçlarından yakalayıp sıkı bir tokat attı. Her şey onun iyiliği içindi. Belki vurduğu tokat, serseri olmasını engellerdi.

    Adam, oğlunun gözyaşlarını görmezden geldi ve eve çıktıktan sonra, eşine dert yanarak:

    - Bu çocuğun, okulda kimlerle düşüp kalktığını bilmemiz lazım! dedi. Eğer serbest bırakırsak, başımıza büyük dertler açacak!

    Adam, bir süre düşündü. Sonunda da en kolay yolu buldu. Oğlunun hiç aksatmadan tuttuğu günlüğünde, arkadaşlarına ait ipucu olmalıydı. Eşi istemese de, ona kulak asmadı ve çocuğunun günlüğünü okumaya başladı.

    Oğlu, en son sayfada:

    "Bu gece kötü bir rüya gördüm!" yazmıştı. "Atölyede çalışırken, babamı elektrik çarpıyordu. Allah'ım onu koru! Ben elimden geleni yapacağım!.."

  8. #68
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Bilgeye sormuşlar:''Dünyada en çok kimi seversiniz?'' ''Terzimi severim.'' diye cevap vermiş.Soruyu soranlar şaşırmışlar.''Aman üstat, dünyada sevecek o kadar insan varken terzi de kim oluyor? O da nerden çıktı?Neden terzi? '' diye sormuşlar.

    Bilge, bu soruya şöyle cevap vermiş:''Evet dostlarım,ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır.Ama ötekiler öyle değildir.Birkez benim hakkımda karar verirler,ölünceye kadar da hep aynı gözle görürler.''


  9. #69
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    GÜÇSÜZLÜK
    Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük, çokça da küçük balığın bulunduğu kocaman bir akvaryum konuluyor. Haliyle büyük balık acıktıkça küçük balıkları yiyor. Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor. Böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa, küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor. Büyük balık cam bölmeyi geçip, küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadeleyi bırakıyor. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor. Çok ilginç bir şey oluyor!!!
    Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği halde onları yemediği görülüyor. Buna psikolojide "Öğrenilmiş Güçsüzlük" deniyor. İstatistiklere göre bir çocuk ergenliğe gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının,"Yapma!, Elleme!, Dokunma!" gibi sözlerini duyuyor. Böyle olunca da çocuk büyüdüğünde; yapmama, edememe özellikleri gelişiyor ve ÖZGÜVENİNİ yitiriyor.

  10. #70
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ

    Çok zaman önce refah içinde yasayan bir ülke varmis. Ülkenin huzurlu ve müreffeh yasamasinin bir nedeni de adil, iyi yürekli, dürüst krali imis.
    Kral zaman zaman tebdili kiyafet eder, ülkeyi dolasir, halkinin dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmus. Gene böyle bir günde kral dolasirken, yolu dag basinda bir göl kenarina düsmüs. Gölün kenarindaki agacin dibine çökmüs aksakalli bir dede, bir elinde bir kese, digerinde bir kese. Birinden bir tas alip, digerinden aldigi tasa baglayip göle atiyormus. Bu ise epey bir süre devam etmis ve nihayet bittiginde, dede yoluna gitmek üzere ayaga kalkmis ve kralla göz göze gelmis. Kral dedeye sormus:
    - "Dede bütün bir gün seni izledim, sen ne is yaparsin anlayamadim!" demis.
    Dede kralin sorusunu söyle cevaplamis:
    - "Oglum ben insanlarin kaderlerini birbirine baglarim."
    - "Peki en son kimin kaderini birbirine bagladin?" diye sormuş Kral.
    - "Kralin güzel kizi ile usagi Ahmet' in kaderini bagladim." Demiş aksakallı dede.
    Kral bu cevabi alinca dünyasi kararmış. Bir yanda güzeller güzeli ak pak biricik kizi, ülkenin prensesi, diger yanda olmamis oglu kadar sevdigi zenci usagi Ahmet. Ne yaparım? Nasil eder de Ahmet' e bir zarar vermeden bu kaderi bozarim diye düsünerek, sarayın yolunu tutmuş.

    Saraya gidince hemen sevgili usagi Ahmet' i huzuruna çagirmis:
    - "Oglum Ahmet sana bir mektup verecegim, bu mektubu alacak ve Günes' e ¤¤¤üreceksin!" demis.
    Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yollugunu alarak düsmüs bilinmez yollara, düsmüs ki ne düsmek. Babasi kadar sevdigi Kral'i ona bir görev vermis ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasil?

    Günlerce dere tepe demeden yol gitmis. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördügü bir ulu agacin gölgesinde dinlenmeye karar vermis ve uykuya dalmis. Uyandiginda bir de ne görsün! Agacin az ötesinde bir göl, o göl ki üzerine günesin aksi vurmus!
    - "Kralimin dedigi Günes bu olsa gerek" diyerek, üzerinde sadece külotu kalincaya kadar soyunarak atmis kendini göle. Dibe dogru yüzmüs, yüzmüs... Taa dipte, günesin aksinin tükendigi yerde bir de ne görsün! Sahane bir hazine sandigi! Almis sandigi çikmis, çikmis ama, Ahmet artik zenci degil bembeyaz bir Ahmet... Sadece külotunun oldugu bölge eski rengini tasiyor.
    - "Var bu iste bir hikmet!" demis ve açmis sandigi. Sandik gerçek bir hazine sandigi, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde 'Günes'ten Kral'a' yazan bir de zarf.

    Ahmet ne yapacagini bilemez hale gelmis bir anda, yeni rengi ve yasadiklari ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacagini düsünerek, ismini de degistirip, ülkesine zengin bir tüccar kimligi ile dönme karari almis.
    Dönünce ülkesine, düsleri bir bir gerçeklesmis.
    Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakisikli tüccari ile güzeller güzeli kizini evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet'in olmus. Kral vermis vermesine kizini zengin tüccara ama akli da bir yandan oglu gibi sevdigi ve hiçbir haber alamadigi usagi Ahmet'te imis.

    Gel zaman git zaman damadi ile birlikte bir ziyafet yemeginde iken yere düsen bir çatali almak için egilince Ahmet, salvarinin kenarindan kaba eti görünmüs!
    Koyu renkli tenini gören Kral gözlerine inanamamis. Yemek bitip odasina çekilecekken herkes, koridorun sonuna dogru yürüyen damadinin arkasindan seslenivermis Kral:
    - "Ahmet!"
    Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adini, gayri ihtiyarî kendisine seslenen Krala dönüvermis... Ve,
    - "Neler oldu Ahmet, evladim anlat basindan geçenleri bana!" diyen kralina bütün olanlari bir bir anlatmis. Bunun üzerine Kral:
    - "Peki Günes'in bana gönderdigi mektup nerede?" diye sorunca da hemen odasina kosarak, sandiktan çikan mektubu alip Kral'a vermis. Mektupta su satirlar yer aliyormus:
    Günese yazi yazilmaz.
    Yazilan yazi ise bozulmaz...

    Binbir Gece Masallari'ndan

Sayfa 7/8 İlkİlk ... 5678 SonSon

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.