Sayfa 6/8 İlkİlk ... 45678 SonSon
71 sonuçtan 51 ile 60 arası

BİR HİKAYEDİR YAŞAM

  1. #51
    Senior Member
    Üyelik tarihi
    Mar 2007
    Mesajlar
    135

    deneme

    Kus sesleriyle uyandi yine uzandigi kanepeden belini tutup :
    -yine burda uyuya kalmisim ..dedi
    perdeyi araladi camini acti gunesle beraber temiz havayi icine cekti...bavulunu hazirlamaya koyuldu, o sirada telefonu caldi telefondaki ses:
    -iyi ki kalkabildin hadi acele et Arzuyu`da al gelirken
    -tamam...
    bi bardak su icip yola koyuldu dunku okudugu kitap tan etkilenmis olmaliydiki kendine habire onlari bulusturan ne diye sorup sordu ..
    Arzu yu yolda aradi asagi inmesini soyledi az sonra Arzu asagi indi
    -selam Tahir
    -selam Arzu
    -hayirdir dagilmissin gibi
    -oylemiyim ?
    -yolunda gitmesen bi seymi var ?
    -yo sadece kafama kucuk bi sey takildi
    -anlatmak istermisin ?
    -Arzu dun bi kiptap okudum kitapta ilginc bi ornek vardi : adam alisverisini yapar evine dogru yol alir evi yolun karsi tarafindadir karsiya gecmek isterken bi dolmus carpar ve olur--
    diyelimki olay saat 5.12 de meydana geldi adam alisverisini 55 dakikada yaptigini dusun ..sayet adam 56 dakika yapsaydi dolmus ondan bi dakika once o yoldan gecmis olacakti ..
    yada dolmusun 12 dakika once ciktigini dusun 11 dakika once ciksaydi adam karsiya gecmis olacakti ..
    ama ikiside bi noktada saatinde bulusuyolar...
    onlari o saatte bulusturan ne ?
    -zaten son gunlerde tuhaf tuhaf seyler soyluyosun ya kaza iste bu hayretsin yani...
    ikiside susar Tahir icindeki firtinayi,savasi iyi anlatamadigini dusunur...az sonra havaalanina gelirler selim havaalaninda onlari beklemektedir..beraber iceri girerler ..ucaga binerler daha cok sessizlik hakimdir aralarinda..Tahir bi ara ihtiyacini gidermek icin uzaklastiginda Arzu Selime, Tahirin arabada soylediklerini anlatir..
    Selim birazda sinirli bi sekilde :
    -kac defa soyledim oyle kitaplari okuma diye,..
    o sirada Tahir gelir ikiside susar..
    1 saat sonra Parise ulasirlar Selim birazda alayli bi sekilde :
    -Tahir istersen Cean`e yureyerek gidelim ..
    Tahir bu alayvari soruya bozulmamis gibi gulumser ..
    -neden olmasin .? der
    icinde tuhaf bi isteksizlik vardir Cean`e gitmemek icin hic sevmedigi halde Paris`i bi kez daha gorme istegi kaplar o istekten kendini alamaz.

    -yarine kadar zaman var isterseniz siz beraber gidin ben biraz gezmek istiyorum aksam ilk trenle gelirim ..der
    Selim biraz da kizginlikla :
    -nerden cikti simdi bu
    -bilmem isterseniz beraber gezelim aksam beraber donelim ...der
    Arzu:
    -hic cekilmez simdi bu saatte bence en iyisi bi an once Cean`e ulasmak.selimde ayni fikirdedir.
    -hadi Tahir sende vazgec gezme fikrinden bir an once hareket edelim ..
    Tahir galiba vazgecsem daha iyi olacak diye dusunur ama icindeki o muazzam baskiyi yenemez :
    -siz gidin ben aksam muhakkak orda olurum ..
    Tahir sehir merkezine dogru hareket eder.sehre ulasir biraz gezindikten sonra bi resturanta oturur yemegini yerken manzaraya dalar sorular surekli dolasmakta celiskiler beynini adeta kemirmektedir..
    resturanttan cikarken yolun karsi tarafindaki reklam afisine takilir gozleri . kucuk bi ayrintiyi daha iyi gormek icin afise dogru yoneldigi sirada aci bi fren sesi duyar simsiyah olur her yer kendi ni goremez olur karanlikta cocuklugu gecer gozlerinden buyukbabasi bakar aglamakli..birden isik yukselir her tarafi kaplar..sesler yukselmeye baslar gozlerini aralar kalabalik vardir etrafinda telaslidirlar ..gozleri tekrar kapanir kirdigi insanlar gelir aklina onlarin onunde diz coker af diler..yine gozlerini aralar hastanede oldugunu farkeder..
    yaninda bi hemsire fransizca bi seyler soyler sessiz sessiz yuzune bakar ingilizce ozurdiler soylediklerini anlamadigini soyler
    yan yatakta bi ses yukselir
    -hemserim Turksun galiba ucuz atlattin hadi gecmis olsun siyriklarla atlattin iyiki adam son anda frene basmis Allah korumus hemserim ..
    mazalllah ya farketmeseydi..demekki daha yiyecek ekmegin icecek suyun varmis..
    adama yonelir
    -sagol der ama soyledikerini dusunur ya son anda farketmeseydi ...
    demekki icecek suyun varmis daha ...
    adam yine :
    -Turkiyedenmi geliyodun ?
    -yo Almanyada yasiyorum .
    -kader iste bak nerelisin nerde yasiyosun simdi nerdesin ? ...
    Tahir gozlerini cevirdi ..bu muazzam bi senaryoydu bu senaryonun bi sahibi vardi ve bu seanryoda "nazar"edebiliyodu..hersey varis noktasina dogru hizla hareket ediyodu aslinda varis noktasinin baslangic noktasi oldugunu bilmeden ....adama dogru yoneldi ..
    -evet hemserim kader !!...


    _
    aksam savusur, gun cikar ..aydinlik bizimdir....

  2. #52
    Senior Member
    Üyelik tarihi
    Feb 2007
    Mesajlar
    623
    SEN HİÇ DENİZ GÖRDÜN MÜ ?

    Adamın biri ressamdır fakat pek başarılı bir ressam değildir. Haliyle
    tabloları da pek satılmaz, sefalet içinde sürdürürmüş yaşantısını.

    Bir gün bu ressamın gazeteci bir arkadaşı kendisini ziyarete gelmiş.
    Sersefil halini görmüş, üzülmüş biraz. Sonunda dayanamayıp arkadaşına şöyle
    bir teklifte bulunmuş: "Gel seni meşhur edeyim!"

    - Nasıl yapacaksın ki?

    - Her şeyi ben organize edeceğim. Ne dersem aynısını yapacaksın. İşin
    sonunda kârı yarı yarıya paylaşacağız. Seni çok ünlü ve büyük bir ressam
    yapacağım.

    Ressam hala bön bön bakmakta, arkadaşının motor kayışında bir sıyırma durumu
    olduğuna kanaât getirmeye başlamaktadır.

    - Yahu ben yıllardır resim yaparım, geldiğim yer ortada. Sen nasıl
    yapacaksın ki bunu, üstelik bu kadar kesin konuşuyorsun?

    - Dinle şimdi. Sana bir sergi açacağız. Yeni eserler falan yapmana da gerek
    yok. Hatta yarım kalmışları bile koyabilirsin, farketmez.

    Ressam, arkadaşının kayışını sıyırmadığına, tamamen koptuğuna kanaât
    getirmiştir artık.

    - Eeee?

    - Ben bu serginin duyurusunu yapacağım benim gazetede. Köşe yazısı,
    röportajlar falan yayınlayacağız. "Ünlü ressam.... Yeni sergisinde filanca
    tarz eserlere yer verecek" gibisinden şeyler yazacağız..

    - Ne tarzı?

    - Dur yahu, bir dinle hele. Sergi günü geldiğinde sen başına bir bere
    takacaksın. Keçi sakal da bırakacağız. Sergiye yetişmezse takma sakal
    yaparız. Gözüne tel çerçeve bir gözlük ve ağzında da bir pipo olacak.

    - Ben pipo içmem ki?

    - Yahu delirtme insanı. Bir günlüğüne içiver işte, seversin hem... Neyse.
    Davetliler gelip sergiyi gezmeye başlayacaklar, sen de ortalıkta dolanmaya
    başlayacaksın. Tabloların fiyatlarını oldukça yüksek tutacağız. İnsanlar
    tablolara baktıklarında haliyle eleştirecek şeyler bulacaklardır. Sen
    yanlarına yanaşacaksın. Onlar sana eleştirilerini söyledikleri zaman, konu
    ne olursa olsun gözlerinin içine derin derin bakacaksın, pipondan derin bir
    nefes alıp verdikten sonra ağır bir ses tonuyla: "Sen hiç deniz gördün mü?",
    diye soracaksın?

    - Hö?

    - Tabi onlar da öyle diyecekler ama sen tavrını değiştirmeyeceksin. Sorunu
    tekrar edeceksin. "Sen hiç deniz gördün mü?". Baktın eveleyip geveliyorlar,
    dönüp sırtını gideceksin, başka bir şey söylemeyeceksin.


    Bizim ressamın aklına yatmaz bu senaryo. Ne yapılmak istendiğini de
    anlayamaz. Buna karşın arkadaşı kendinden çok emin ve ısrarcıdır. Parasızlık
    da had safhadadır aksi gibi. Çaresiz kabul eder ve süreç başlar.

    Bizim gazeteci, söz verdiği gibi organize eder sergiyi. Gazetesinde yazılar,
    röportajlar falan gırla gider. Ünlü ressam bilmem kim, filanca tarzında
    yaptığı son eserlerini sergiliyordur. Haber birkaç basın organına da sıçrar.
    Sanat camiasının ilgisi iyice yoğunlaşmıştır. Bu arada bizim ressam en
    keçisinden bir sakal bırakmış, iyisinden bir pipo temin edip tüttürme
    talimlerinde bulunmuş ve bitpazarından da bir adet entel gözlüğü takıp
    Fransız usulü bir berenin altına hepsini yerleştirmiştir, beynini dışarıda
    bırakarak.

    Büyük gün gelip çatmıştır. Sergi açılışı... Davetliler, basın, galeri
    patronları, yeni zengin olmuş züppeler, "Aman da kültürlü olalım", diyenler,
    kültürü yılların birikimi değil çarşıdan pazardan alınan bir şey
    zannedenler, "Zamanı gelince yaparız", diyenler... Bizim ressam da ortalıkta
    gezmektedir yeni kostümüyle. Resimler ise hatalarla dolu olarak ortalıkta
    sergilenmektedir. Vatandaşın birinin yanına yanaşır bizimkisi. Adam resme
    küçümser gözle bakar ama resmin fiyatı korkunçtur. Öyle ki bizim ressam bile
    ürkmüştür fiyatlardan.

    Sanatsever: "Üstat, bu resimdeki dağ kompozisyonu... Hani diyecektim ki renk
    tonları pek natürel değil gibi. Sizce de öyle değil mi?"

    Zaman gelmiştir. Bizimkisi piposundan derin bir nefes alır. Aynı derinlikte
    bakışlarla bakar tel çerçeve gözlüklerinin ardından. Ve çıkardığı dumanlar
    içinden adama şöyle der: "Sen hiç deniz gördün mü?"

    Adam afallamıştır. Soru bir dağ manzarası ile ilgilidir.

    - Ama beyefendi , bu resim, yani dağın tonlarını diyordum...

    Sözünü keser bizimkisi: "Sen hiç deniz gördün mü?"

    Adam resme dönüp bir daha bakar. Sanki farklılaşmıştır. Evet ortada belki
    deniz yoktur ama hayalinde bir deniz göremeyen bir insan olarak dağın
    tonlarını nasıl eleştirebilir ki? Resim sadece görüleni mi anlatır oysa...
    Ya görülmeyenler, onları çağrıştıramaz mı? Renkler ille de her şeyin
    doğasını yansıtırsa fotoğraftan ne farkı kalır resmin? Bu sanatın ruhu
    nerededir?

    "Özür dilerim üstat!", der ve hemen bir işaretle yardımcısını yanına
    çağırır, resmi satın almak istediğini, gerekli işlemleri yapmasını söyler.

    Ressam şaşırmıştır. Ama şikâyetçi değildir. Nasıl olduğunu anlamamıştır ama
    bir tablo satmıştır. Hemen başkalarını aramaya koyulur. Şık giyimli bir
    bayan dikkatini çeker bir resminin önünde. Aksilik bu ya, tamamlanmamış bir
    resimdir...

    - Oh, üstat, iyi ki geldiniz. Ben size şeyi soracaktım. Bu eseriniz... Sanki
    anlatılacak şeyler varmış da anlatılmamış gibi...

    Derin bir pipo nefesi ve derin bir bakışın ardından ölümcül soru gelir: "Sen
    hiç deniz gördün mü ?"

    -Pardon?

    -Sen hiç deniz gördün mü?

    Kahretsin... İşte sanatçıyla benim farkım. Ben resmin görünenini
    görebiliyorum. Arkasını göremiyorum. Oysa o... Ruhuna iniyor... Belki
    anlatmak istediklerini çizmek zorunda bile değil. Daha denizi göremeyen ben
    fırçanın kıvrımlarındaki duyguyu nasıl algılayabilirim? Alıyorum! Kaç
    paraysa... Sanata fiyat biçilmez...

    Bu sefer de tutmuştur. Bizimkinin keyfi yerindedir. Ve sonra bir başkası,
    bir başkası daha... İki gün içerisinde yarım yamalak ne kadar tablo varsa
    satılır sergide. Diğer gazeteler, yayın kuruluşları röportaj yapmak için
    sıraya girerler. Ünlü ressam bilmem kimdir artık... Mazide ne olduğu pek de
    önemli değildir...

    Sergi bitip hasılat elde edilir. Bu karmaşa içinde gazeteci arkadaşla pek
    görüşme imkânı da bulamamıştır. İş bitiminde başta konuşulduğu gibi
    hasılatın bölüşülmesine gelmiştir sıra. Oturup hesap kitap yaparken pek
    keyiflidir gazeteci arkadaşı. Ressama dönerek:

    "Gördün mü bak... Sayemde ünlü de oldun. Bir sürü de para kazandın. Artık sırtın yere gelmez. Bu iyiliğimi de unutma...şimdi benim payımı ver", der.

    Bizimkisi yanıt verir, pipo dumanları ve tel çerçeve gözlüklerinin ardından:

    "Sen hiç deniz gördün mü ?"


  3. #53
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    GÖZ ÇUKURU

    Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adan,deniz kenarında oltayla balık tutuyordu.Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona.

    -”Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim,” dedi.

    Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı.Hükümdar balıkçıya,

    -”Ne yapalım,şansın bu kadar,oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü.

    Saraya varınca adamlarına,balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti.Kemiği terazinin kefesine koydular,öbür kefesine de altın koymaya başladılar.Beş,on ,yirmi,elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu.Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde,tahminlerin on milli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi.Altını doldurmaya devam ettiler,terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu.Bunda bir sır olduğunu anladılar.

    Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular.Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu.

    ” Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur.Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz.Çünkü doymaz.Ama bir avuç toprak bunu doyurur”

    Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.

  4. #54
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Günün birinde, bir çiçekle su karsilasirlar ve arkadas olurlar. Çiçek bu arkadasliktan o kadar
    mutludur ki zaman içinde Su'ya asik olur. Içi içine sigmaz olur,ilk kez asik olmustur. Bu sevgisini
    herkesle paylasmak ister, etrafa güzel kokular saçmaya baslar.
    Bir süre sonra Su da Çiçek'e karsi bir seyler hissetmeye baslar zamanla far keder ki o da asiktir. Su
    da ilk kez asik olmaktadir. Sevgisini nasil anlatmasi gerektigini bilememektedir. Günler birbirini kovalar ve Çiçek "Acaba Su beni sevmiyor mu" diye düsünmeye baslar. Su sevmesine ragmen ilgilenmemektedir.
    Dayanamaz çiçek bir gün , "Seni seviyorum Su" diye seslenir. Su "Ben de seni seviyorum" diye cevap verir.
    Aradan zaman geçer ve Çiçek gene Su'ya, " Seni Seviyorum" der. Su, "bende seni" diye cevaplar. Çiçek
    sabirlidir... Bekler, bekler, bekler. Artik öyle bir hale gelmistir ki, etrafa koku saçamaz olur. Ve son kez Su'ya " Seni seviyorum" diye seslenir. Su'da, "Sana söyledim ya, ben de seni seviyorum" der. Ve gün gelir Çiçek yataklara düser, hastalanmistir artik, rengi solmus, sararmistir. Su'da basinda bekler, yardimci olmak için. Ama bellidir, artik Çiçek ölecektir ve son kez zorlukla basini döndürür, Su'ya
    der ki: "SENI BEN GERCEKTEN SEVIYORUM." Çok üzülür Su, bir doktor çagirir. Doktor gelir ve muayene eder çiçegi. Muayeneden sonra doktor: "Hastanin durumu ümitsiz, artik elimizden bir sey gelmez."der. Su, merak eder sevgilisinin ölümüne sebep olacak hastalik nedir diye.. Doktora sorar "Hastaligi nedir?", Doktor? söyle bir bakar Su'ya der ki "Çiçegin bir hastaligi yok dostum, bu Çiçek sadece Su'suz kalmis, ölümü onun için." der. Ve anlar ki Su, sevgiliye sadece "SENI SEVIYORUM." demek yetmemektedir. Bu sevgiyi göstermek gerekmektedir..

  5. #55
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    .: Mutluluğun Gizi :.

    Bir tüccar, "Mutluluğun Gizi"ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış...

    Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış:

    Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

    Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama "Mutluluğun Gizi"ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. "Ama sizden bir ricada bulunacağım," diye eklemiş bilge. Delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş.

    - "Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz."

    Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

    - "Güzel, demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşı'nın oluşturmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?"

    Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.

    - "Öyleyse git, evimin harikalarını tanı," demiş ona bilge."Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin."

    İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış.

    - "Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?" diye sormuş bilge.

    Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. "Peki", demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi...

    - "Sana verebileceğim tek bir öğüt var" :

    "Mutluluğun Gizi", dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...

  6. #56
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    şizofrenin aşkı gerçek bir hikaye)

    İçene kapanık bir delikanlı vardır.Hergün işten çıkınca parka arkadaşlarının yanına uğrar.Birgün gittiği parkta çok güzel bir kız görür,ve yanında gidip oturmaya karar verir.

    Cesaretini toplayıp dediğini yapar.Kıza merhaba oturabilirmiyim der.Kız gülen bir yüzle tabiki der.Ve orda konu ilerler delikanlı kızın yanından ayrılırken telefon numarasını ve bir daha buraya gelip gelmeceğine sorar.

    Kız ben hep burdayım,ayrılırlar.Delikanlı iş çıkışlarında artık hep kızla buluşur arkadaşlarıda artık sitem etmeye başlar.Birgün eve arkadaşları ile gider.Annesi kapıyı açar.Anne arkadaşlarım geldi yemek yiyip dışarı çıkıcaz der.

    Annesi ağlayarak odayı terkeder.Delikanlı bu olay karşısında şaşırır.Arkadaşları ile yemek yer sohbet eder ama aklı hep annesindedir.

    Neden böle yaptığına anlam veremez.Aradan uzun zaman geçer.Parktaki kız arkadaşı ile artık evlenmeye karar verirler.Bu olayı annesine anlatmak için koşa koşa eve gider.

    Kapıyı açıp içeri girdiğinde annesinin ağlama sesini duyar.Sizin oğlunuz şizofren diye bir ses duyar ve sessizce mutfağa girip dinlemeye devam eder.Annesi doktor bey bir çaresi yok mu diyerek doktoru uğurlarken çocuğunu yerde ağlarken görür.
    O sırada çocuğun aklından evleneceği kız geçer ya oda hayalse der..

    Annesin sesiyle irkilidir delikanlı.Sen der, delikanlı evet anne bütün konuşmalarınızı duydum deyerek kendini dışarı atar.Aklında heğ evlenceği kız vardır.Allah'ım ne olursun o hayal olmasın der ne olursun olmasın..Sakinleşince eve gider ve annesi çocuğa herşeyi anlatır.

    Eve getirip gülüp konuştuğu yemek yediği arkadaşlarının bir hayal olduğunu söyler.Delikanlı şaşkın bir halde oda hayal evet biliyorum der. Aradan iki gün geçtikten sonra kız arkadaşını arayıp evine yemeğe davet eder.Kız bu nazik olay karşısında teklifi kabul eder.

    Delikanlı annesine herşeyi anlatır.Bana doğru söyliceğine dair annesine yemin ettirir.Oda hayal mi değil mi diye sadece annesine güvenmektedir.

    Akşam olup çatar.Kızı iş yerinden alıp eve götürür.Ama hep dua eder ALLAH'IM inşallah hayal değildir diye.Evin kapısını heyecanlı bir şekilde çalar.Kız çocuğun bu hareketlerine anlam veremez.Vee annesi kapıyı açar yüzünde bir gülümse merhaba KIZIM der.

    Delikanlı bu olay karşısında şok içindedir.SADECE EVET EVET HAYAL DEĞİLSİN DİYE BAĞIRIR... Delikanlının bugün hayal olmayan 2 tane çocuğu vardır Melis ve Hakan adında..

  7. #57
    Senior Member adem52 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Yer
    ordu fatsa istanbul türkiye
    Mesajlar
    667
    güzel hikaye maystrey teşekkürler eline sağlık
    herzaman doğruyu söyle ne dediğini hatırlamak zorunda kalmassın

  8. #58
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş.

    Profesör kaşlarını çatarak: " öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz!"

    Öğrenci: "O zaman ben uçuyorum..."

    Profesor cevaba cok sinirlenmiş, sınavda öğrenciye takmis ve sınavının basarisiz geçmesi için elinden geleni yapmış. Yanlız sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış.

    Profesör öğrenciye: Sana son bir soru soracağım - demiş.

    Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayalet, birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?

    Öğrenci: "Para olan çuvalı seçerdim..."

    Profesör: "Ben akıl olan çuvalı seçerdim..."

    Öğrenci:"Normal! Kimde ne eksikse onu seçer...

    Profesör çok sinirlenmiş, öğrencinin not defterini alip içine "Öküz" yazmış. Öğrenci nota bakmadan odadan cıkmış.

    Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış : "Sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz." demiş.



  9. #59
    Senior Member adem52 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Yer
    ordu fatsa istanbul türkiye
    Mesajlar
    667
    peki o öğrenci sınıfı geçmişmi
    herzaman doğruyu söyle ne dediğini hatırlamak zorunda kalmassın

  10. #60
    Azeri.net Sevdalısı
    Üyelik tarihi
    Jan 2007
    Mesajlar
    2.201
    Alıntı adem52 Nickli Üyeden Alıntı
    peki o öğrenci sınıfı geçmişmi
    O geçmişte sınıfta kalanlar olmuş :evil:

Sayfa 6/8 İlkİlk ... 45678 SonSon

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.