4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Vakıf Ihaneti

  1. #1
    Member
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Mesajlar
    61

    Vakıf Ihaneti





    İşte o kararlar ve bugün yaşananlar

    Madde 1
    Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz
    * ABD’nin çizdiği, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’nu da kapsayan “Kürdistan” haritaları elden ele dolaşıyor. Yerli işbirlikçilerin katkılarıyla, soykırım yalanı dayatılıyor. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Ermeni diasporası, tazminat ve toprak talebinde bulunuyor..

    Madde 2
    Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, Millet topyekün olarak kendisini savunacak ve direnecektir.
    * Gümrük Birliği ile ekonomi çökertildi, yabancı işgalinin önü açıldı. Devletin şirketleri özelleştirme adı altında yağmalandı. İktidarlar, AB’nin dayattığı ekonomik ve siyasi kriterlerin dışına çıkamıyor. Dünya Bankası öğretmenlerin maaşına bile müdahale eder hale geldi.

    Madde 3
    Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
    * .....?

    Madde 4
    Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
    * ....?

    Madde 5
    Hıristiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
    * ABD ve AB’nin dayatması, Rum ve Ermeni kiliselerinin tezgahları sonucu Yüce Türk Adaleti’nin 1974’de aldığı karar, hükümetin çıkarmaya çalıştığı Vakıflar Yasası ile rafa kaldırılıyor. Lozan deliniyor. Azınlıklar, çoğunluğun elde edemeyeceği ayrıcalıklara kavuşarak adeta devlet içinde devlet olacaklar.

    Madde 6
    Manda ve himaye kabul olunamaz.
    * Halen yürürlükteki Anayasa’nın 90. maddesi ile egemenlik kısmen AB’ye devredildi. Yeniden yapılmak istenen anayasa ile bağımlılık daha da pekiştirilecek. İktidar, TBMM’nin yetki vermesine rağmen, “sınır ötesi” operasyon yapabilmek için ABD’den onay bekledi.

    Madde 7
    Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.
    * ....? 12







    Kalelerimiz düşmeden...
    HaçlI seferlerinden beri Batı, Türk milletiyle uğraşmıştır.
    Victorya Çağı İngiliz Başbakanı Gladiston, “Türklerin kötülüklerine mani olmanın bir tek yolu vardır, o da onların vücutlarını yeryüzünden kaldırmaktır” der. Ve ekler, “İnsan neslinden olmaktan utanıyorum, çünkü Türkler de insan neslindendir...”
    O’nun yolundan giden öğrencisi Churchill, işi bir kerede bitirmek ister; Türk direnişi karşısında zehirli gaz ile toptan imha edilmemizi emreder, “İnsanlık suçudur” diyen başkumandanına, “Türkler için kullanabilirsiniz, çünkü onlar insan neslinden değildir” cevabını verir. Yahudi asıllı ünlü Alman yazarı Stefan Ziwaig da İngilizlerden geri kalmaz: “Tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bile bin yıl sonra dahi olsa geri döndüğü, ele geçtiği görülmemiştir” diyerek Türklerin bir an evvel yok edilmesini ister.
    Atatürk, Batı’nın “Her kalkınma hamlemizde, her ileri hareketimizde ’Türkleri boğalım, güçlenmesinler, başaramasınlar...” zihniyetinde olduğunu dile getirir. Batı, bugün de aynı taktik ve stratejilerle Türkleri Anadolu’da imha etmek amacındadır. Bütün milli dinamiklerimizi yok etmek planını uygulamaya koymuştur.
    Kuvayi Milliye liderleri, tam da böyle bir durumda şöyle demiştir: “Selamet tehlikededir. Milli Kıyam’dan başka yol yoktur. Türk milleti ya bu yolda savaşacak ya da tarihin huzurunda silinip gidecektir, fakat esir olmayacaktır...”
    Mustafa Kemal Paşa’nın, “Dakika tehiri mucibi idamdır” ibaresini taşıyan emirnamelerini yeniden okumalıyız. Bütün kalelerimiz düşmeden...
    Çünkü, tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bin yıl sonra dahi olsa geri geldiği görülmemiştir...
    Muhiddin NALBANTOĞLU








    VAKIF İHANETİ



    Gerek Osmanlı İmparatorluğunda gerekse Cumhuriyet döneminde, azınlık vakıfları sürekli olarak Batılı ülkelerin müdahalelerine konu olmuş ve devletin sistemi adeta işlemez hale getirilerek bu vakıflara olağanüstü imtiyazlar tanınmıştır



    Vakıflar misyoner yatağı!
    Azınlık Vakıfları, din yayılmacılığı misyonu ile Türkiye’ye gelen misyonerlerin hedef kitlelerine ulaşabilmeleri için uygun mekanlar haline gelmişti.
    Cemaat vakıflarına, imtiyaz ve ayrıcalık tanınması için yapılan dayatmacılığın arkasında, misyonerlere rahat çalışma ortamı sağlamak hedefi yatar



    Türkiye’de sürekli tartışılan cemaat vakıfları meselesi, Hükümetin, AB’ye uyum sağlama ve Kopenhag kriterleri çerçevesinde yaptığı yasal düzenlemelerle içinden çıkılamaz duruma geldi. AKP Hükümeti, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmelerine ve yurt dışındaki yabancı vakıfların Türkiye’de temsilcilik ya da şube açmalarına izin veren bir dizi yasal düzenlemeyi yaptığında, yaklaşık iki asırlık vakıf meselesi de farklı bir boyutta tartışılmaya başlandı. Bugün Türkiye’de, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimi ve altındaki mazbut ve mülhak vakıflara ait toplam 43 bin 895 taşınmaz mal var. Bu rakam ve istatistiklerin, Türkiye’deki vakıf mal varlığını tam olarak yansıtmadığını savunan Dr. Nazif Öztürk, Anadolu’daki vakıf mal varlıklarının ancak yüzde 80’inin tespit edildiğini söylüyor.

    İmtiyazlar tanındı
    Evrensel kurallara göre vakıflar, üzerinde kuruldukları coğrafyanın bağlı bulunduğu devletin menfaatlerini gözetmek kaydıyla kurulabilir. Ancak gerek Osmanlı Devleti gerekse Cumhuriyet döneminde, azınlık vakıfları sürekli olarak Batılı ülkelerin müdahalelerine konu olmuş ve devletin sistemi adeta işlemez hale getirilerek bu vakıflara olağanüstü imtiyazlar tanınmıştır. Azınlık vakıflarına yönelik gelişmeleri ve tarihsel süreci bilmek, bu baskı ve dayatmaların nedenlerini ve sonuçlarını anlamak bakımından son derece önemlidir. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerine göre, 1926 yılından önce eski hukuk sistemine göre kurulan vakıfların toplam sayısı 30 bin civarında. Bunlardan yaklaşık 50 tanesi, Selçuklular döneminde kurulmuş vakıflar. Anadolu’da, halkın sevgisini ve saygısını kazanan muhterem kişilere devlet tarafından büyük araziler vakfediliyordu. Bu araziler üzerinde halkın, alimlerin bir araya gelebileceği zaviyeler, imaretler, cami, mescit ve okullar inşa eden kişiler, aynı zamanda yörenin sosyal altyapısına da önemli bir hizmette bulunmuş oluyordu.

    Propaganda yapamazlar
    Ancak, Osmanlı’da İslam toplumunda başka bir inancın propagandasını yapmak üzere kilise veya havra gibi ibadet yerlerine hizmet, yardım amacıyla kurulan vakıflar geçersiz sayılıyordu. Vakıf ancak hayır amacıyla kurulmalıydı. Bu nedenle, Osmanlı döneminde Hıristiyanlar kendi fakirleri için vakıf yapabiliyorlardı. Ancak manastır ve kiliselere vakıf yapamıyorlardı. Dr. Nazif Öztürk’e göre, Türkiye’de sivil inisiyatifin gelişmesini istemeyenler, Türk milletinin kurduğu vakıfların önüne türlü engeller koyarken, cemaat vakıflarına karşı çok cömert ve alicenap davranmışlardı. Vakıflar konusunda, özellikle 2002 yılındaki AB uyum yasalarının ardından, Türk milletinin kurduğu hayır vakıfları için bazı kısıtlamalar getirilirken, azınlıkların kurduğu vakıflara olağanüstü özgürlükler tanınmaya başlandı.







    Türk milleti işgalle yeniden yüz yüze geldi
    Avrupa Birliği sürecinde atılan adımlar Türk milletini tarihi bir yol ayrımına getirdi. 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da kongre toplanmasına vesile olan dayatmalar, bugün uyum yasası adı altında bir bir TBMM’nin onayına sunuluyor. İşte Erzurum’da alınan kararlar ve bugün yaşananlar:

    Madde 1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz
    Büyük Ortadoğu Projesiyle, bölgedeki diğer 21 ülke gibi Türkiye’nin de sınırları değiştirilmek isteniyor. ABD’nin çizdiği, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’nu da kapsayan “Kürdistan” haritaları elden ele dolaşıyor. Ermeni soykırımı iddialarının ucu da bölünmez bütünlüğü tehdit ediyor. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Ermeni diasporası, amacının tazminat ve toprak talebi olduğunu gizleme gereği bile duymuyor. Karadeniz Bölgesi’nde yürütülen faaliyetlerde benzer amaçları hedefliyor. Bölgede Pontus-Rum propogandası yapılıyor

    Madde 2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, Millet topyekün olarak kendisini savunacak ve direnecektir.
    05 Mart 1995’te imzalanan Gümrük Birliği ile ekonomi çökerttildi, yabancı işgalinin önünü açıldı. Yabancı yatırımcıların İstanbul Borsası’ndaki payı yüzde 69.27’e kadar çıktı. Stratejik kamu kurum vöe kuruluşları bir bir yabancılara veya yabancı uzantılı yerlilere satıldı. Tüpraş, Telekom, Tekel’in bir bölümü, Erdemir devletin elinden çıktı. Yağma bununla da bitmedi; resmi rakamlara göre 273 milyon metrekare toprak yabancıların eline geçti. Madenlerin konusundaki yabancı tahrifatı korkunç boyutlara vardı. İktidarlar, AB’nin dayattığı ekonomik ve siyasi kriterlerinin dışına çıkamaz hale geldi. IMF öğretmenlerin maaşına bile müdahale eder hale geldi.

    Madde 3. Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı taktirde bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
    .....?

    Madde 4. Kuvayı Milliye’yi Tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
    ....?
    Madde 5. Hırıstiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.

    ABD ve AB’nin dayatması, Rum ve Ermeni kiliselerinin tezgahları sonucu Yüce Türk Adaleti’nin 1974’de aldığı karar, hükümetin çıkarmaya çalıştığı Vakıflar Yasası ile rafa kaldırılıyor. . Azınlıklar, ayrıcalıklarıyla devlet içinde devlet olma yolunda hızla ilerliyor. Fener Rum Papazı, Lozan’ı ve kanunları çiğneyerek kendini “ekümenik” ilan ediyor. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için AB belgelerinde sürekli telkinlerde bulunuluyor.

    Madde 6. Manda ve Himaye kabul olunamaz.
    Halen yürürlükteki Anayasa’nın 90. maddesi ile egemenlik kısmin AB’ye devredildi.
    “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” ifadelerinin yeraldığı maddede milletlerarası andlaşmalarla kanunların çatışması durumunda milletlerarası andlaşma esas alınması karara bağlandı Yeniden yapılmak istenen anayasa ile bağımlılık daha da pekiştirilecek. İktidar, Meclis’in yetki vermesine rağmen, “sınır ötesi” operasyon yapabilmek için ABD’den onay bekledi.

    Madde 7. Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak içine çalışılacaktır.
    ....?
    * Fatih ERBOZ




    Gizli hedef peşindeler...
    Osmanlı dönemindeki katı kurallar ilk defa Islahat Fermanı’na yerleştirilen bir hükümle bozuldu. 1867 tarihinde yabancı gerçek kişiler, Anadolu’da taşınmaz sahibi olma hakkını elde etti. 1901 yılında Fransa ile imzalanan antlaşma gereği, Anadolu’daki Fransız okul, hastane, hayır kurumları ve dini kurumlar da tanındı. Bu düzenleme, kısa sürede kapitülasyonlardan yararlanan diğer devletler için de geçerli olacaktı. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’ın ilanı ile birlikte başlayan yeni döneminde, Anadolu’da bir başka grup daha göze çarpmaya başlamıştı. Bunlar, çoğunluğu ABD’den gelen ve genellikle doğu illerinde üslenen misyonerlerden başkası değildi. Din yayılmacılığı misyonu ile Türkiye’ye gelen misyonerlerin hedef kitlelerine ulaşabilmeleri için uygun mekanlar gerekiyordu. Bunlar okullar, ibadet yerleri ve hastaneler olmalıydı.

    Bağımsızlık fitnesi
    Müslüman olmayanlar, bu mekanları kendilerine ait vakıfların arazileri üzerine inşa ettirmeye büyük özen gösteriyordu. (ABD’li misyonerlerin deniz aşırı ilk mektebi olan Robert Koleji gibi) İstanbul’daki ilk proteston kilisesi de İngiliz misyonerlerin çabalarıyla bu amaç doğrultusunda kurulmuş oldu. Misyonerler, 19’uncu yüzyılda Anadolu’da pek çok okul ve ibadethane açtı. Öncelikle kendi cemaatlerine mensup bireylere “eğitim” vermeyi amaçlayan bu misyonerler, daha sonra azınlık gruplarının bağımsızlıklarını kazanmaları için örgütlenmesine yardım ediyorlardı. İlerleyen yıllarda, cemaat vakıflarına ait okulların kapanması, özellikle misyoner örgütler için çok büyük bir sorun teşkil edecekti. Zaten, önce Osmanlı topraklarında daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde faaliyet yürüten cemaat vakıflarına, imtiyaz ve ayrıcalık tanınması için Batılı devletlerin ısrarı ve dayatmacılığının arkasında yatan asıl neden de misyoner örgütlere rahat çalışma ortamının sağlanabilmesiydi. Azınlıkların, bugün eline geçen her fırsatı kullanarak sistemi zorlamalarının arkasında da bu gizli hedef vardır.



    Azınlıklar ayrıcalıklı hale geliyor
    AB uyum yasaları bahane edilerek yapılan yasal düzenlemeleri daha iyi anlayabilmek için öncelikle Lozan Antlaşmasına ve Vakıflar Kanunu’na bir bakmak gerekmektedir. 1912 yılında bir kanun çıkarıldı. Bu kanunun 3’ncü maddesinde, Osmanlı cemaat ve hayır kuruluşlarının, o güne kadar takma isimlerle edindikleri taşınmazları 6 ay içinde bildirmeleri isteniyordu. Buna göre, azınlık cemaatleri taşınmazlarını kendi tüzelkişilikleri adına tescil ettirebileceklerdi. Cemaat vakıfları, birer beyanname ile gerekli başvuruları yaptılar ve birer vakfiyeleri olmamasına rağmen kendilerine bağlı tüm okul, yetimhane, kilise, havra, hastane gibi kuruluşlar hükmi şahsiyet olarak tescillendi.

    Lozan’da da gündemde
    Azınlık vakıfları, Lozan’ın da en sorunlu maddelerinden birini oluşturuyordu. Konferanslar sırasında Türk heyeti ile yabancı heyetler arasındaki tartışma konularından biri de Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili mesele olmuştur. İsmet İnönü, patrikhanenin siyasi bir komite ve kışkırtma ocağı olduğunu belirterek, söz konusu kurumun Türkiye topraklarının dışına çıkarılmasını talep etmiş ancak İngiliz Lord Kurzon ve Yunanlı Venizelos, patrikhanenin bir Türk müessesesi olduğu konusunda ısrar etmişti. Her ikisi de patrikhanenin bu tarihten itibaren siyasi ve idari işlerle uğraşmayacağı konusunda sözlü taahhüt vermişti. Türkiye’de Ermeni, Rum ve Musevi cemaatlerinin azınlık olarak kabul edilmesini sağlayan Lozan Antlaşması, azınlık haklarını ve vakıflarını düzenlemesi açısından da son derece önemliydi. Çünkü bu antlaşmayla, Türkiye’deki mevcut azınlık vakıflarına tanınan haklar Türk Hükümeti’nin koruması altına alınıyordu.

    Yeni düzenlemeler
    Bunun ardından, Tapu Kanunu ile Vakıflar Kanunu’nda yeni bazı düzenlemeler yapıldı. 1934 yılında yürürlüğe giren Tapu Kanunu’nun 3’ncü maddesinde, yabancı kuruluşların taşınmazlarına ilişkin şu hüküm yer alıyordu: “Varlıkları T.C Hükümetince tanınmış olan yabancılara ait, dini, ilmi, Hayri müesseselerin fermanlara ve hükümet kararlarına dayanarak sahiplendikleri taşınmazlar, bu belgelerin sınırları dışına çıkmamak ve hükümetin izni alınmak şartıyla müesseselerin tüzelkişilikleri namına tescil olunabilir.” (Dr. Nazif Öztürk-Azınlık Vakıfları)

  2. #2
    Member
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Mesajlar
    61


    Kesinlikle mal edinemezler
    Bugün azınlık vakıfları, 1936 yılında verdikleri beyannameye göre işlem görüyor ve her biri mülhak vakıf statüsünde kabul ediliyor. Azınlık vakıflarının mal edinme ve taşınmazlarının sayısını diledikleri oranda artırma gibi bir hakları hiçbir zaman olmadı. Bu çerçevede, Türkiye’de “yeni” azınlık vakıflarının da kurulmasının mümkün olmadığını hatırlatmak gerekiyor. Azınlık vakıflarına ait bu kural, bazı mahkeme kararlarında da net bir şekilde ortaya konmuştur. Örneğin, 1957 tarihli bir Yargıtay kararında, azınlık vakıflarının, yabancı tüzel kişilerin yeni taşınmaz edinemeyecekleri yönündeki hükme tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. 1971, 1974 Yargıtay ve 1976 tarihli Danıştay kararlarında da, Türk olmayan azınlıkların meydana getirdikleri tüzel kişilerin “Vasiyet yoluyla bile” mal edinemeyecekleri hükme bağlanmıştır.




    AKP ile yaşanan büyük değişim

    * AKP hükümetinin, Avrupa Birliği’ne girme savdasıyla çıkardığı yasalar, azınlık vakıflarına en yüksek düzeyde haklar tanıdı



    * Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok zor şartlarda elde ettiği kazanımlardan tek taraflı olarak vazgeçildi



    AKP hükümetinin 2002’de iktidara gelmesiyle, azınlık vakıfları meselesi tekrar tozlu raflardan indirildi. Avrupa Birliği’nin “uyum yasaları” çerçevesinde yaptığı dayatmalar, AKP hükümetini azınlık vakıfları konusunda Türkiye’nin birliği ve bütünlüğünü zedeleyecek yasalar çıkarmaya sevk etti. İçinden çıkılmaz bir hal alan vakıflar konusunda her geçen gün daha fazla tavizler verildi ve verilmeye devam ediliyor. Vakıflar meselesini anlamak için geçmişte yaşananları iyi değerlendirmek gerekiyor. 1921 yılında tüm vakıfları denetlemekle yetkilendirilen Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti kuruldu. Ancak üç yıl dayanabilen bu bakanlık 1924 yılında ortadan kaldırılarak, kısa bir süre için başbakanlığa bağlandı.


    İlk düzenleme
    Daha sonra vakıflar için başbakanlık bünyesinde bir genel müdürlük oluşturuldu. 1924 yılından sonra, vakıflar için bir dizi yasal düzenlemeler yapıldı. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz 1926 tarihli Medeni Kanun idi. Medeni Kanun, vakıfların eski ve yeni olarak ikiye ayrılmasını sağlayan ilk girişim oldu. Medeni Kanun, yeni kurulacak vakıfların, eski hukukla bağlantısını kesiyor. Ve bu vakıflara ’tesis’ adını veriyordu. Bu yasal düzenlemeler 1935 yılında kabul edilen ve 1936 yılında yürürlüğe giren vakıflar kanunu ile yeniden belirlendi. Buna göre, cemaat vakıfları da dahil olmak üzere tüm eski vakıfların idare organları, yönetim merkezleri, görevleri, vakıfların hukuki durumu, gayrimenkulleri ve bütün bunlarla ilgili kurallar ve esaslar yeniden düzenlendi. Vakıfların kurduğu mektep, medrese, türbe ve kütüphaneler Eğitim Bakanlığı’na, sıbyan mektepleri ve okul olabilecek tekke ve zaviyeler özel idarelere, köy sınırları içindeki vakıf malları köy tüzel kişiliklerine, belediyelere, ormanlar ilgili kamu kurumlarına devredildi.


    Beyanname doldurdular
    Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1936 yılında tüm Müslüman ve gayrimüslim vakıflarına “beyanname doldurun” talimatı verdi. Bu beyannamede, tüm vakıflar kendilerine ait olan taşınmazları mal varlığı olarak kayıt altına almak zorundaydı. Beyanname doldurma süresi 6 aydı. Bununla amaçlanan, Türkiye’de bulunan yabancı tüzel kişilerin mevcut mal varlıklarının tapuya tescil ettirilmesiydi. Önce beyanname vermek istemeyen cemaat vakıfları, daha sonra kendi aralarında anlaşarak beyanname doldurdular ve altına da şerh düştüler.


    Takdim kılındı
    Dr. Nazif Öztürk’ün “Azınlık Vakıfları” adlı eserinde, Yeni Köy Rum Parayia Kilisesi ve Mektebi’nin verdiği beyannameden örnek verilerek, beyanname altına konulan itiraz şerhinde şunların yazdığı belirtiliyor: “Not- Mezkür Kilise ve Mektep bir vakıf tarafından vakf edilmediklerinden ve vakfiyeleri olmadıklarından ve 4 Teşrin-i Evvel 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan bulunmadıklarından, idare ve murakabesi cemaata ait bulunduğu cihetle 2762 numaralı Vakıflar Kanunu’nun daire-i şümulüne dahil olamayacağı derken de, bu babtaki kaffe-i hukukumuzun mahfuz kalması şartıyla vakıflar müdürlüğünün emri tahririne binaen iş bu beyanname imla (imza) ve takdim kılındı.”

    Avrupa Birliği’nin dayatmaları



    Azınlık vakıflarına en yüksek düzeyde haklar tanınması, AKP hükümetinin AB’ye girme sevdasıyla çıkardığı yasalarla sağlandı. Azınlıkların yönetimindeki cemaat vakıflarına mal edinme, kullandıkları taşınmazları mülkiyetlerine geçirme ve bu mallar üzerinde diledikleri gibi tasarruflarda bulunma hakkı, 4 Ekim 2002 tarihli 4771 sayılı Kanun ile tanındı. Bu kanuna göre, Vakıflar, Bakanlar Kurulu’ndan izin almak kaydıyla her tür mal tasarrufunda bulunabileceklerdi. AB Uyum yasaları çerçevesindeki bu değişiklik, azınlık vakıflarının karşısında hiçbir uluslararası anlaşma ya da hukuki engelleme bırakmıyordu.


    Hz İsa adına mülk
    2002 yılında AB uyum yasalarına göre gerçekleştirilen değişiklikle, “Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın mal veya mülk edinebilirler” hükmü getirildi. MHP-ANAP-DSP koalisyon hükümeti döneminde çıkan bu düzenlemeyle, vakıfların hâlâ kullandıkları bazı malların, kendilerine ait olduğunu ispat edebilmeleri durumunda kendi adlarına tescil edebilmesinin önü açıldı. Ayrıca, tapudaki malik hanesi de hala boş olmalıydı. Bu hususta Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Vakıflar Meclisi yetkili kılındı. Meclis araştırma yaparken bazı vakıf mallarının, Hz. İsa, Hz. Meryem gibi isimlere kayıtlı olduğunu ortaya çıkardı. Ancak, bu değişiklik, vakıfların Valilik oluruyla edindikleri bazı taşınmazları geri almalarını sağlamıyordu. Çünkü, tapuda malik hanesi doluydu.




    Genel müdürlükten garip açıklama...
    Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhinde dava açmıştı.

    Bugün vakıfların 1936 beyannamelerine koyduğu şerhin hiçbir hukuki değeri olmadığını iddia eden Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, cemaat vakıflarının bu tutumunu şu sözlerle açıklamaya çalışıyorlar: “Ürkmüşler. O zamana kadar vakıf statüsüne hiç alınmamışlar. Galiba rahatsız olmuşlar. Yeni bir kanundu o zaman. Vakıf olmanın avantaj ve dezavantajlarını tartışmamışlar sanırım. Onu değerlendirememişler. Oysa vakıf olmak tüzel kişilik kazanmaktı. Ama her şeye rağmen bu şerhin hukuksal bağlayıcılığı yok. 1936’da beyannamelerini vermişler ve bizim denetimimize de girmişler. Osmanlı döneminde, tüzel kişilik kavramı yoktu. Hayır kurumları, mal edinme hakkını 1912 yılındaki kanunla aldılar. Mal edinememekten korkup bu şerhi koymuş olabilirler. Onları bu şerh koymaya sevk eden şeyi anlamak pek mümkün değil.”




    Atatürk
    bizzat ilgilendi!..
    Atatürk’ün bizzat ilgilendiği ve 1936’da çıkan Vakıflar Yasası azınlık vakıflarının her ne surette olursa olsun taşınmaz edinmesini yasaklıyordu. Bu süreçte, 1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı son derece önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Yargıtay, bu tarihte, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinemeyeceklerini karara bağladı. Çünkü, 1936 yılında verilen beyannameler, vakıfname yani “vakfiye” olarak kabul ediliyordu. Karar gereği, 1936 yılından sonra edinilen taşınmazlar, bedelsiz olarak, varsa eski mal sahiplerine veya mirasçılarına yoksa hazineye verilecekti. Bu karar, açıkça şunu ifade ediyordu:


    Hazineye geçti
    “Bir vakfın kurulabilmesi için, Osmanlı döneminde mahkeme vasıtasıyla kurularak vakfiyesinin de olması zorunluluktur. Vakfiye, bu vakıfların tüzüğü niteliğindedir. 1936’daki verdikleri beyanname, vakfiye yerine geçer. Ve vakfiyelerinde de gayrimenkul satın alabilecekleri, hibe ya da bağış alabilecekleri, ya da vasiyet yoluyla gayrimenkul iktisap edebilecekleri konusunda hiçbir açıklık yok. Bundan dolayı, bu karara istinaden, bunların gayrimenkul edinmeleri söz konusu değildir.” 1976 yılında Yargıtay’ın bu görüşü, Danıştay tarafından da desteklendi. Böylece, vakıfların daha önce edindikleri gayrimenkullerle ilgili olarak mirasçılara, Hazine’ye ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dava açma hakkı doğdu. Sonuçta, vakıfların edindiği malların tapularının iptali yönüne gidildi. Tüm mallar eski malikine döndü. Son mirasçısı kalmamış olan mallar da Hazine’ye geçti. Bu süreç, 2002 yılına kadar devam etti.




    Kazanılan haklardan vazgeçildi
    2 Ocak 2003 tarihinde çıkarılan bir başka düzenlemeyle Vakıflar Kanunu’nun ilk maddesi ve altıncı fıkrası değiştirilerek yeni bir hüküm eklendi. Yönetmelikle uygulanmaya başlayan bu hükme göre, cemaat vakıfları taşınmaz elde edinirken Bakanlar Kurulu’ndan izin almak zorunda kalmayacaklardı. Tek yetkili Vakıflar Genel Müdürlüğü oldu. Bu yönetmelik, “karşılıklılık” ilkesini de ortadan kaldırıyordu. Dr. Nazif Öztürk’e göre, Türk Hükümeti ve parlamentosu, bu düzenlemeler ile birlikte çok zor şartlarda uluslararası antlaşmalar, iç hukukta yaptığı düzenlemeler ve içtihat kararlarıyla iki asırda kazandığı haklarından tek taraflı olarak vazgeçti.

  3. #3
    Member
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Mesajlar
    61
    AKP, Sezer’in yaptığı uyarıları dikkate almadı
    10. Cumhurbaşkanı Sezer’in “Lozan’ı deldiği” gerekçesiyle veto ettiği Vakıflar Yasası Adalet Komisyonu’ndan geçti. Bu ay içinde Meclis’e gelmesi beklenen yasa yabancı vakıflara geniş haklar tanıyor



    AB’nin gösterdiği yoldan şaşmayan hükümet, muhalefetin bütün çabalarına rağmen bildiğini okuyor



    Kanun neler getiriyor
    AKP hükümeti, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yaptığı kanun değişiklikleriyle yabancı vakıflar lehinde önemli düzenlemeler yaptı. Türk milletinin kurduğu vakıflardan esirgenen haklar AB’nin dayatmalarıyla gayrimüslimlerin meydana getirdiği sosyal, kültürel ve dini müesseselere tanındı. Yurt dışında kurulan vakıflara bile Türkiye’de faaliyette bulunma izni verildi. AKP hükümeti, şimdiye kadar muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı uyarıların hiçbirini dikkate almadı. Yabancı vakıflar lehinde yapılan değişiklerin en önemlisi ise 2006’da gündeme getirildi. AB’ye uyum yasaları kapsamında hazırlanan ve mevcut Vakıflar Kanunu’nu tümüyle değiştiren 5555 sayılı Vakıflar Kanunu Meclis’te ele alındı.




    İtiraz edildi
    AKP’nin oylarıyla kabul edilen yasa dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayına sunuldu. Cumhurbaşkanı Sezer, bu kanunun 9 maddesini veto ederek Meclis’e geri gönderdi. Yabancı vakıflara geniç yetkiler tanıyan bu yasa geçtiğimiz hafta tekrar TBMM Adalet Komisyonu’nda ele alındı. CHP ve MHP’nin tüm itirazlarına karşın AKP’li üyelerin oylarıyla kabul edildi.




    * Yabancı vakıflar, izin almadan mal edinebilecek, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilecek. Mülhak, cemaat, esnaf ve yeni vakıflara başlangıçta özgülenen mal ve haklar, vakıf yönetiminin başvurusu üzerine, haklı kılan sebepler varsa denetim makamının görüşü alınarak mahkeme kararıyla, sonradan edindikleri mal ve hakları ise bağımsız ekspertiz kuruluşlarınca düzenlenecek rapora dayalı olarak vakıf yetkili organları kanalıyla daha yararlı olanlarıyla değiştirebilecek ve paraya çevrilebilecek. Kurucularının çoğunluğu yabancı olan vakıfların, taşınmaz mal edinmeleri hakkında, Tapu Kanunu hükümleri uygulanacak.




    * Vakıfların vakfiyelerindeki şartların yerine getirilmesine fiilen veya hukuken imkan kalmaması halinde; vakfedenin iradesine aykırı olmamak kaydıyla mazbut vakıflarda, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün; mülhak, cemaat ve esnaf vakıflarında vakıf yöneticilerinin teklifi üzerine şartları değiştirmeye, hayır şartlarındaki parasal değerleri güncel vakıf gelirlerine uyarlamaya, Vakıflar Meclisi yetkili olacak.




    Kiraya verilebilecek
    * Genel Müdürlük tarafından değerlendirilemeyen veya işlev verilemeyen hayrat taşınmazlar, fiilen asli niteliğine uygun olarak kullanılıncaya kadar kiraya verilebilecek. Hayrat taşınmazlar, Genel Müdürlük tarafından işlev verilmek amacıyla vakfiyesinde yazılı hizmetlerde kullanılmak üzere, onarım ve restorasyon karşılığı kamu kurum ve kuruluşlarına veya benzer amaçlı vakıflara veya kamu yararına çalışan derneklere tahsis edilebilecek. Tahsis edilen taşınmaz, ticari bir faaliyette kullanılamayacak; tahsise aykırı kullanımın tespiti halinde taşınmaz tahliye edilecek.



    * Cemaat vakıflarına ait kısmen veya tamamen hayrat olarak kullanılmayan taşınmazlar, vakıf yönetiminin talebi durumunda Meclis kararıyla aynı cemaate ait başka bir vakfa tahsis edilebilecek veya vakıf akarına dönüştürülebilecek.



    Şirket kurma hakkı
    * Vakıflar, vakıf senedinde yer almak kaydıyla, amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilecek, yurtdışında şube ve temsilcilik açabilecek, üst kuruluş kurabilecek ve yurtdışında kurulan kuruluşlara üye olabilecek. Vakıflar, yurtiçi ve yurtdışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan, ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilecek, yurtiçi veya yurtdışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilecek. Ancak yurtdışı nakdi yardımlar, banka aracılığıyla alınabilecek. Amacını geliştirmeye yardımcı olmak veya gelir sağlamak amacıyla vakıflar, iktisadi işletme ve şirket kurabilecek, kurulmuş şirketlere ortak olabilecek.



    * Vakıflar Meclisi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün en üst seviyedeki karar organı olarak görev yapacak.Vakıflar Meclisi, Vakıflar Genel Müdürü, 3 genel müdür yardımcısı ve 1. hukuk müşaviri olmak üzere 5; vakıf konusunda bilgi ve deneyim sahibi yükseköğretim mezunları arasında Başbakanın teklifi üzerine ortak kararnameyle atanacak 5 üye ile yeni vakıflarca seçilecek 3; mülhak ve cemaat vakıflarınca seçilecek 1’er üye olmak üzere 15 üyeden oluşacak.




    Ulusal çıkarlar için tehdit
    Sezer : Lozan Antlaşması, Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır. Antlaşma kuralları anayasal değerdedir




    “Düzenlemeleri Anayasa’nın ayrıcalıkları yasaklayan 10. maddesiyle ve ayrıca ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla bağdaştırmak olanaklı değildir”



    Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, 9 maddesini tekrar görüşülmesi için 22. dönemde TBMM’ye geri gönderirken gerekçesinde, durumları hem Lozan hem de çıkartılan yasalarla düzenlenen cemaat vakıflarının yeni yasayla Anayasa’ya aykırı bazı haklara kavuşacağını kaydetmişti. Gerekçesinde “ulusal çıkar” endişesine de yer veren Sezer, “azınlık çoğunluk” ayrımı yapılmadan cemaat vakfı türünde bir vakfın Türkiye’de kurulmasının hiçbir biçimde olanaklı olmadığını söylemişti. Sezer, şunları kaydetmişti: “Bu nedenlerle, eskiden kurulmuş cemaat vakıflarına, bu niteliklerini değiştirmemelerine karşın, ekonomik ve siyasal güç elde edecekleri biçimde yeni haklar ve ayrıcalıklar tanınmasını ve bunların mülhak vakıf statüsünden çıkarılarak yeni bir vakıf türü biçiminde yaşayan hukuksal varlıklar olarak sosyal yaşama katılmalarını sağlayacak düzenlemeleri, Lozan Antlaşması’yla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin ortaya konulduğu anayasal ilkelerle, mevcut hukuk sistemiyle, Anayasa’nın ayrıcalıkları yasaklayan 10. maddesiyle ve ayrıca ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla bağdaştırmak olanaklı değildir.”



    Lozan’a aykırı...
    İncelenen Yasa’nın, vakıfları, sosyal devlet olmanın kimi gereklerini üstlenebilecek ’ekonomik aktörler’olarak öngördüğü ve kuralların bu anlayış ve yaklaşımla kabul edildiğinin anlaşıldığına işaret eden Sezer, “Başka bir deyişle, vakıflar, sosyal ve siyasal yaşam içinde bir sivil toplum örgütü olarak öngörülmüştür. Yalnızca hayır için topluma hizmet etme kurumları olan vakıfların, ekonomik aktör, siyasal ve sosyal bir örgütlenme modeli, demokratik kitle örgütü ya da sivil toplum örgütü olarak nitelendirilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle, yasakoyucunun incelenen Yasa’da ortaya koyduğu yaklaşımla oluşturulan yapılanmanın ’vakıf’ niteliği taşımayacağı açıktır” diye konuşmuştu. Bu değişikliklerin öncelikle Lozan Antlaşması yönünden incelenmesi gerektiğini, “Çünkü, cemaat vakıflarının varlıkları Lozan Antlaşması’na dayanmaktadır” sözleriyle özetleyen Sezer, şunları kaydetmişti: “Lozan Antlaşması, Türkiye Devleti’nin uluslararası düzlemde hukuksal ve siyasal kuruluş belgesidir. Lozan Antlaşması’yla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal And sınırları içinde, özgür ve bağımsız bir devlet olarak varlığı tanınmış ve Türkiye Cumhuriyeti dünya uluslar ailesine bağımsız bir devlet olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Lozan Antlaşması, Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu niteliği nedeniyle, antlaşma kuralları anayasal değerdedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, Lozan Antlaşması’nda yer alan ’karşılıklı işlem’ilkesini, ’anayasal değerde’ kabul ederek ’anayasallık bloku’na katmış ve denetiminde ölçü norm olarak kullanmıştır. Bu nedenle, yasakoyucunun, kabul ettiği yasalarda Lozan Antlaşması kurallarını göz önünde bulundurması hukuksal gerekliliktir”



    Miras kavgası önemli bir örnek!
    İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesi Vakfı ile 1800’lü yıllarda Osmanlı vatandaşı olan Rum bir kadının mirasçıları arasında yaşanan miras davası, azınlık vakıflarının Türkiye’de çevirdiği oyunları gözler önüne sermesi bakımından son derece ilginç bir örnek teşkil ediyor. Olay, mirasçıların Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın, Rum Marya Yuvakim’in mallarını hukuksuz yollardan ele geçirdiğini iddia etmesiyle başlıyor. 1800’lü yılların ikinci yarısında yaşayan “Yuvakim kızı Marya” İstanbul’un en değerli yerlerindeki toplam 51 parça taşınmazını tek çocuğu olan Eleni’ye bırakıyor. Eleni 1918’de Müslüman olunca, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz ediliyor.



    Hileli ele geçirildi
    Dört kez evlenen ve bugün yaşayan beş mirasçısı bulunan Eleni’nin mallarının 40 parçası, Balıklı Rum Hastanesi Vakfı tarafından hileli şekilde ele geçiriliyor. Bu hileli yollar arasında, sahte mirasçı göstermek, sahte vekaletname düzenlemek ve resmi belgeleri tahrip etmek gibi yöntemler de var. Mirasçıların temsilcisi olan Cihan Örnek’in iddiasına göre Balıklı Rum Hastanesi Vakfı, bunu, azınlık vakıflarına her türlü taşınmaz mal edinme yasağının bulunduğu 1936 ila 2002 yılları arasında gerçekleştiriyor. Örnek’in iddialarına göre, Balıklı Rum Hastanesi Vakfı, yasağın bulunduğu bu yıllar arasında çok sayıda gayrimenkul edindi. Marya Yuvakim’den kalan malların büyük bölümü de bu dönemde vakfın uhdesine geçti.

  4. #4
    Member
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Mesajlar
    61
    Vakıf sahte mirasçı bulup mal edinmiş!
    Türkiye’deki bazı yabancı vakıfların mal hırsı ile oynadığı oyunlar hayli ilginç...



    Marya Yuvakim’in mirasçıları ile
    Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın paylaşamadığı taşınmazlar, İstanbul’da gayrimenkul fiyatlarının en yüksek olduğu semtlerde yer alıyor



    AKP hükümeti, AB dayatmalarıyla yabancı vakıflara Lozan’ı bile aşan haklar tanırken, bu kuruluşların mal edinmek için başvurduğu sahtecilikler dikkat çekici. Bu sahteciliğe en büyük örnek ise Marya Yuvakim’in mirasçılarıyla Balıklı Rum Hastanesi Vakfı arasındaki dava. Bu dava ve benzerleri, sık sık Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne “Haklarımız gasp ediliyor” diyerek Türkiye’yi şikayet eden yabancı vakıfların nasıl bir oyun içinde olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Ulaştırma Bakanlığı, İstanbul Zeytinburnu Kazlıçeşme’de Marmaray projesi çerçevesinde istimlak edilen bin 492 metrekarelik araziyle ilgili1 Ağustos 2005’te istimlak edilen arsalardan, Yuvakim kızı Marya’ya ait olduğu belirlenen parsele 1 trilyon 790 milyar TL değer biçti. Ancak Marya Yuvakim’in adresinin meçhul olduğu belirtilerek, para bir bankaya Marya Yuvakim adına yatırıldı. Bunun üzerine Balıklı Rum Hastanesi Vakfı devreye girerek, sözkonusu arsayı 1970 yılında mahkeme kararıyla aldığını bildirdi.

    Yargıtay oyunu bozdu
    Tapu’ya başvurarak söz konusu arsanın tapusunu aldı ve istimlak bedeli de vakfa kaldı. Vakfın, 1970’de kendisine geçtiğini ileri sürdüğü arsanın tapusunu almak için 35 yıl beklemesi son derece ilginç bulundu. Bu süreçte Marya Yuvakim’in mirasçıları devreye girdi. 2006’da Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’na dava açarak, vakfın 1970’deki mahkeme sırasında sahte mirasçılar kullandığını iddia etti. Çünkü 1970’deki davada gerçek mirasçılar şeklinde mahkemede taraf gösterilen Marya Andonyadis Kondansaki ve Makrina Andonyadis Kondansaki adındaki kızkardeşlerin nüfus kütüklerinde kanunsuz değişiklik yapılmıştı. Her iki kızkardeşin “Yunokin” olan baba adının üzeri çizilerek yanına “Yuvakim” yazılmıştı. Bu resmi evrakta sahtecilik suçuydu. Zeytinburnu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi buna rağmen Balıklı Rum Hastanesi Vakfı lehine karar verdi. Marya Yuvakim’in mirasçıları davayı temyize götürdüğünde, Yargıtay’ın verdiği karar içlerini rahatlattı. Yargıtay, yerel mahkemenin 1970’deki mahkeme kararını incelemediğini belirtip kararı iptal etti ve Yuvakim’in mirasçıları vakfa ve “gerçek mirasçı” olduğunu iddia eden iki kızkardeşe karşı mahkemeye gitti.

    Değeri milyonlarca dolar
    Marya Yuvakim’in mirasçıları ile Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın paylaşamadığı taşınmazlar, İstanbul’da gayrimenkul fiyatlarının en yüksek olduğu semtlerde yer alıyor. Merter’deki Ulusoy binasının olduğu yaklaşık 3 bin 800 metrekarelik arazi, Topkapı’da Yeşil Kundura ve Saadet Partisi binalarının yükseldiği 8 bin 490 metrekarelik alan, Zeytinburnu’nda Balıklı Rum Hastanesi’nin yer aldığı yaklaşık 113 bin metrekare alanın 87 bin 347 metrekaresi, Balıklı Rum Hastanesi’nin altındaki 14 bin 19 metrekare fidanlık, Zeytinburnu’nda Ermeni Hastanesi’nin yanındaki 29.700 metrekarelik arazi, Kapalıçarşı’da 7 dükkan, ayrıca Mahmutpaşa, Şişli, Fatih, Beyoğlu, Beşiktaş, Balat, Edirnekapı gibi semtlerde ev, dükkan ve arsalar.

    Yuvakim Hz. Meryem’miş!
    Vakıf Başkanı Dimitri Karayanni ise, iddiaları reddederek, Marya Yuvakim’in aslında Hazret-i Meryem olduğunu, birtakım hukuki engellerin aşılması için malların ona izafeten kaydedildiğini söyledi. Oysa mirasçılara göre Marya Yuvakim adında biri gerçekten yaşadı ve kayıtları da devletin resmi belgelerinde mevcut.




    Hazine’nin mallarını gasp ettiler
    Yabancı vakıfların yargıyı yanıltarak usulsüz mal edindikleri yönündeki iddialar, son günlerde
    sıkça gündeme gelmeye başladı



    Uluslararası hukuk kurallarına göre, bir kişi mirasçısı olmadan ölmüşse, mevcut menkul ve gayrimenkulleri, son mirasçı sıfatıyla hazineye kalır. Ancak vakıfların, “ölünceye kadar bakma akdiyle ve diğer yollarla edindikleri gayrimenkuller” sürekli olarak vakıflara kalıyordu. Ölünceye kadar bakım akitleri düzenliyorlar, bazı yerleri satın alarak ziliyetlik, tasarruf ve zaman aşımlarına dayandırarak gayrimenkulleri üzerlerine geçiren bu vakıfların, yargıyı kandırarak usulsüz mal edindikleri yönünde iddialar, son günlerde sıkça gündeme gelmeye başladı.

    Suçlu Sezer!..
    Örneğin, geçtiğimiz günlerde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Fener Rum Erkek Lisesi ile ilgili olarak Türkiye’yi iki gayrimenkulle ilgili tazminata mahkum etti. Ancak, Fener Rum Erkek Lisesi, 1936 yılındaki beyannamede, “Vakıf değiliz” şerhi koyan müesseselerden biriydi. Vakfı ve vakfiyesi olmayan bir kuruluşun gayrimenkul edinmesi ve devlete geçmesi gereken bu gayrimenkulle ilgili AİHM’ye hak talebinde bulunması son derece ilginçti. Bu nedenle Fener Rum Erkek Lisesi ile ilgili verilen AİHM kararının hiçbir hukuki zemini olmadığı iddia ediliyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de katıldığı bu davayla ilgili olarak Türkiye’nin belgelerle mahkemede temsil edilip edilmediği sorusunu, Genel Müdürlük’teki üst düzey bir yetkiliye yönelttik. Yetkililere göre, AİHM, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in veto ederek, milli çıkarlara aykırı bulduğu Vakıflar Yasası çıkmadığı için 100 bin Euro değerinde bile olmayan bir gayrimenkulden dolayı Türkiye’yi 910 bin Euro’luk bir tazminata
    mahkum etmişti. Bu nedenle de hükümetin hazırladığı Vakıflar Kanunu bir an önce yasalaşmalıydı. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı davasının sürecini de anlatan üst düzey yetkili şunları kaydetti: “Dava konusu taşınmaz Sidenis kızı Alexandra tarafından 1952 yılında Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’na bağışlandı. Vakıf, 1958’de de taşınmazın geri kalan 3 hissesini Yapı Kredi Bankası’ndan satın alarak kullanmaya başladı. 1974’te Yargıtay kararından sonra Hazine dava açtı ve tapunun iptalini istedi. Mahkeme, ” Eski maliklerine dönsün “ kararı verdi. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı bu konuyu AİHM’ye taşıdı. Gerekçe, ” Vakfın mülkiyet hakkının ihlal edildiği ve ayrımcılık yapıldığı “ yönündeydi. AİHM Türkiye’yi ayrımcılıktan değil ama mülkiyet hakkının ihlalinden suçlu buldu. AİHM’nin kararına istinaden Türkiye Cumhuriyeti çok yüksek bir miktarda para ödemek zorunda kaldı.”



    Fener Rum Erkek Lisesi AİHM’de Türkiye aleyhinde dava açmıştı.




    Genel müdürlükten şok açıklamalar
    “Azınlık vakıflarının mallarını iade edelim. Onların sürekli mal edinecekleri düşünülüyor. Oysa bir vakfın edindiği malı nereye kullanacağı bellidir”
    Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, iki hafta önce Adalet Komisyonu’ndan geçen Vakıflar Yasası’nın bir an önce yürürlüğe girmesini ve 1974 tarihli Yargıtay kararına göre mal edinmesi mümkün olmayan vakıfların ellerinden alınan taşınmazların, vakıflara iade edilmesini savunuyor. Yeni Vakıflar Yasası’nın dağılmış mevzuatı toparlamak amacıyla hazırlandığını ileri süren Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, “Bu kanun, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün işleyişi açısından önemli. Biz bir an önce çıkmasını istiyoruz. Ayrıca, sivil inisiyatife biraz serbest alan bırakmak lazım. Denetimin çağdaş fonksiyonu budur. Denetleme yetkimiz de olacak” dedi. Yeni yasanın azınlık vakıfları tarafından suiistimal edilmeyeceğini savunan Vakıflar Genel Müdürlüğü, şunları iddia ediyor:

    Denetim sıkıymış...
    “Onların sürekli mal edinecekleri düşünülüyor. Oysa bir vakfın edindiği malı nereye kullanacağı bellidir. Harcamaları da denetimimiz altında. Denetim çok sıkı. Sayısının sürekli arttığı ya da artacağı öne sürülüyor. Ama Medeni Kanun yasaklıyor bunu. Yeni cemaat vakfı kurulamaz yasaya göre. Cemaat Vakfı yönetim kurulu, kendi amacının dışında bir tek yere bir kutlama çiçeği bile gönderemez. Bütün vakıflar için geçerli bu. Vakıflar birer sivil inisiyatif. Geçmiş dönemde de böyleydi. Biz elbette denetleyeceğiz. Amacına uygunluk denetimi yapacağız. Ama mal alacaklar elbette. Bizim bürokratik işlemlerimiz onları bıktırıyor. Bütün vakıflar için geçerli. Çok fazla belge talep ediyoruz. Halbuki mal aldığında bildirsin bize. Biz denetleriz. Amaca uygunluğunu denetleriz, yeter.”




    AİHM’in kararı emsal olur
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yabancı vakıflar lehinde verdiği bir karar, diğerlerine de emsal teşkil edecek gibi görünüyor. Hükümet, bunun önüne geçmediği takdirde, vakıflara şartlı ve şartsız hibe yapan birçok insanın mağdur olmasına yol açacak. Türkiye’deki bütün azınlık vakıfları, AİHM kararını emsal göstererek Türkiye Cumhuriyeti aleyhine tazminat talebinde buluna bile
    cek. Nitekim, bir gazeteye verdiği demeçte Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı ile ilgili olarak “Vatan haini onlar. Bizim de ihtilaflı mallarımız var ama yargıya, Hükümete ve Cumhurbaşkanıma güveniyorum. Bu nedenle biz Türkiye’yi şikayet etmeyiz AİHM’e” diye bir açıklama yapan, Balıklı Rum Vakfı Başkanı Dimitri Karayanni, daha sonra bu haberi aynı gazetede tekzip etmiştir

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.1 ©2011, Crawlability, Inc.