GÖNÜL BİRLİKTELİGİ SİZCE NE?
HÜZÜNLERDE AĞLAMAK
Mesafeler koyduk araya
Kapattık kapılarımızı dostlarımıza
Bir merhaba demek için girmeleri gerekti sıraya
...
Ne kadar hasrettiler bir dost sese
Paylaşamadık o en coşkulu anlarını , seveceğimiz yanlarını
İnsanın öyle anları vardır ki tarif edilemez duygular yaşar.
Sevinir,duygulanır, hüzünlenir ve tam bu esnada kabaran duyguları
paylaşacak bir dost arar. O anda bir dost yüze ne kadarçok
ihtiyaç duyar. Ama genellikle bu dost yüzler bulunamaz. Çünkü bütün
dostlar o anda meşguldürler. Büyük işler peşindedirler.Maddeselleşen
dünyada madde peşinde koşturmaktan dostlara zaman kalmaz. Dostları
dinlemeye vakit bulamayız.İşte böylece paylaşılmayı bekleyen
duyguları paylaşamadan içimize atarız ya da doğmadan boğarız o
duyguları.Ben genellikle paylaşılmayı bekleyen duygularımı son
haddine kadar saklarım ola ki paylaşacak bir dost bulurum ümidiyle.
Dostlarımıza karşı kapılarımız sonuna kadar açık olmalı.
Dostlar istedikleri an bizi bulmalı, bir merhaba demek için günlerce
peşimizden koşmamalı.İnsanın her zaman sıcak bir dost sesine ihtiyacı vardır.
Görüşürüz ya salı ya çarşamba günü diye diye
Kaçırdık nişanı, düğünü.
Hayat denen suyun akışında birlikte çağlayamadık."
Peki bizler niçin vardık? Dostlarımızın en mutlu günlerinde
yanlarında olamadıktan sonra... Çoğu zaman bir kart ya da telgraf
göndermekle yetindik düğün, nişan davetlerine.Ve hep şöyle
yazdık: "Yoğun işim nedeniyle, daha önceden planlanan program
nedeniyle davetinize icabet edemiyorum.Siz değerli dostlarıma
mutluluklar dilerim" Evet dostlara böyle mekanik, solgun cevaplar
mı vermeliydik? Halbuki o sıcak dostlarımız bizleri aralarında
görmekten ne kadar mutlu olacaklardı. Hatta bu kıymetli anları güzel
bir fotoğrafla ölümsüzleştirip ömür boyu minnetle anılma şerefi elde
edecektik.
Gerçek dostların yanında değilken, onların davetlerine gidemezken
neler yaptık peki? Menfaatler uğruna hep gülücükler dağıttık
başkalarına içimizden gelmeye gelmeye. Zamanla öyle oldu ki bu sahte
davranışlar bizi de sahteleştirdi.Ama işin acı tarafı bu durumun
farkında bile değildik.
Ölümlerini bile geç duyduk da vaktinde ağlayamadık.
Yıllar önce bir yarım ekmeği bölüştüğümüz dostlar hastane
köşelerinde ya da evlerinin bir kıyısında günlerce dost bir yüz
aradılar.Sıcak bir ses beklediler. Bir merhaba eden olur mu diye hep
dost yolu beklediler. Haberimiz bile olmadı.Duymadık, duyamadık.
Çünkü dostları zaman zaman arayıp da halini hatırını sormayalı yıllar
oldu. Ajandamızdan adları bile silindi çoklarının.
Dostlar bir gün bu dünyayı terkettiler. Ölümlerini bile duyamadık. Son görevimizi hakkıyla yerine getiremedik.Cenazelerine gidip de
tabutlarına dokunamadık. Bir gül koyup ağlayamadık. İki damla göz
yaşı akıtıp geçmiş günleri yad edemedik bile....
Fakat şunu hiç düşünmedik .Yarın bu sonsuz yolculuğa bizi de böyle
yapayalnız uğurlayacaklar...
işte...
Bu hikaye hem acı, hem uzun
Selam vermeden geçiyoruz artık yanından komşumuzun
Hani bizim bir sözümüz vardı? " Komşu komşunun külüne muhtaçtır."
Bırakın külüne muhtaç olmayı artık görmüyoruz bile. Herkes
olabildiğince kabuğuna çekilmiş. Selam vermemek için yollar
değiştiriliyor ya da yanınızdan öylesine geçip gidiyor insanlar.
Oysa biz birbirimiz için vardık
İş deyip, çalışma deyip huzuru bahane edip, ekmek parası deyip
uzaklaştık dostlardan. Ama şunu unuttuk: Bütün kapılar aslında kendi
yüzümüze, kendi üzerimize kapandı. Şimdi bu kapıları açacak bir dost
arıyoruz.Geç farkettik taşın sert olduğunu.Ve asla bu kapıları açacak
birini bulamayacağız. Çünkü, biz kapıları içten kapattık. Anahtarı
içerde. Ancak kendimiz açabiliriz. Nasıl mı? En yakınımızdaki bir
dosta merhaba demekle, bir gülümsemeyle...
Haydi hemen şimdi bir kez deneyin...
Göreceksiniz işe yarayacak.Evet tüm dostlara merhaba...
Hayatı paylaşmak dileğiyle...
_____________________________
dostluk ve arkadaşlık kavramının kaçımız farkındayız acaba?fikirlerinizi bekliyorum.......
KENDİ HAYATINI SEVMEYEN RUHLAR
Hayat sahnesinde konan küçük bir oyunun parçası olmaktan öteye neyiz biz diye sorgular dururum çoğunlukla kendimi ve etrafımdakileri..Hayat bize sunulmuş bir armağan gibi süslü püslü kağıtlara sarılmış bir şeker tadında yada rengarenk bir pamuk şekeri gibi duruyorsada asıl sorun galiba yetersizliğinde..
Kendini aşma ,geçme çabasında olan engin ruhların girdabında sanki kaybolup gidiyor hayat;adeta inatlaşıyor ruhların ışığıyla ,çırpınıyor bi kuş gibi titrekk ve zaman zamanda ayaz soğuğunda nöbet tutan bir nefer misali didiniyor; kendini ispat kaygısı..kendini üstün gösterme gayreti belki ama herşeyden öte hayat kendi yetersizliğini farkedenleri cezalandırıyor en çok sanırım..Hani kendine yenilen ruhlarla alay ederken köşesine çekilip yüzünde arsız ,muzip bir çocuk gülümsemesi.. ama en kötüsü galiba başkaldırıp hayattan daha fazlasını isteyen ruhlarla yüzleşmek.."hani sen armağandın..hani sen kıpkırmızı bir elma şekeriydin..yok mu başka marifetin? nerede başka seçenekler?" diyen asi ruhlara karşı kendi darlığı,sığlığı kendi sıkışmışlığı yada belki aslında yanılsamasını farkeden ruhlara karşı elinden bir şey gelememesi..Büküp boynunu çaresizliğinin yenilir yutulur cinsten olmayışının farkındalığının verdiği huzursuzlukla ve belkide öfkeyle tepkisel olarak o başkaldıran ruhlara yaptığı eziyet...
Ne gariptir hayat oyunda olsa armağanda olsa ,kandırılmış lunapark ışıklarında koşuşan çocuklara benzesede sanırım en ciddi en yaralayıcı olanda yetersizliğinin günışığına çıkması.. Ve bunu farkeden ruhlara yapılan umutsuz eziyetler,sonu gelmeyen baskılar ardından gelen mutsuz yüzler...Ve kendi hayatını sevmeyen kendi anaforunda boğulmaya mahkum biçare yalnızlıklar.......