deftuni 2. bölüm


Gözlerimi araladım. Gök alabildiğine maviydi. Bulutlar ağır adımda, ulu dağları selamlayarak geçiyordu güneşin önünden. Mutlu günleri müjdelercesine ve ninelerimizin saçları gibi, her teli birer nur parçası misali apak ilerliyorlardı dünyanın karanlık yüzünü aydınlatmak için. Ve toprak ana güzelliği esirgememişti Anadolu mdan. Yeşiller, maviler, morlar, kırmızılar takınmış ağaçlar, süslenip çiçeklenmiş hepsi birden Anadolu için.
Tatlı seher yelinin sürüklediği kır çiçeklerinin kokusuyla doldurdum içimi. Gökyüzünü görmeyeli aylar olmuş meğerse. Ben içeri girdiğimde ekim başıydı. Kuru dallar, solgun toprak milletimin haleti ruhiyesiydi sanki. Her yer her şey sıkkındı.
Ne var ki ben hücremin karanlığında mechulken canlanmış Anadolu birer mavi gözün ışığında. Meğer sıkkın toprak bahara gebeymiş.

Deftun bunları düşünmekle meşgulken tepenin üstüne atlarımızı koşturuyoruz. Altımızda Ayzan Vadisi. Vadinin tam ortasında Ayzan Köyü.

Öğle ezanıyla, altımızda yorgun atlarımızla giriyoruz köye . Yanmış,

simsiyah duvarlı bir yapının -minaresinden anlıyoruz ki burası bir cami- içinden çıkan bir

avuç yaşlıdan başkasına rastlayamıyoruz . İki üç mahalleden oluşan eski ve viran evlerin

tahta kapıları süngülü, camlarda perdeler örtülü hiçbir hayat kıpırtısı yok. Yaşlılardan biri

bizi görünce korkuyor, ötekiler biraz daha cesur ki yanımıza kadar geliyorlar. Atlarımızdan

iniyoruz

-Selamın aleyküm ,ağa.


-Aleyküm selam yiğitler. Nerden gelir nereye gidersiniz?


-İzmir den gelir cepheye gideriz


-baba ,dedi Halil, köy niye böyle bomboş erkekler nerde?


- oğul erlerimiz bıyıkları yeni terleyenler de dahil vatana namus borcunu ödemeye
-
- gittiler. Biz ihtiyarlarla kadınlar kaldık geride.
-
-
Bir kayanın üzerine çökerek devam etti.

- sonra bir gün sabah ezanını okumak için minareye çıktım. Az geçmedi ki silah

sesleri her yanımızı sardı. Minareye isabet ettiremediler çok şükür ama evleri her

yeri bastı yunan askerleri. Tüm ahaliyi aha şuraya topladılar. Direnmeye kalkanı

taradılar. Bizi dövdüler önce sonra, dedi, ihtiyar yaşlı gözlerle yanmış camiyi

göstererek, buraya kapattılar. Kızlarımızın bazılarını ...


tamam baba ,dedim, tamam yorma kendini. Biraz su verdim içsin diye.


Allahsızlar diye haykırdı Murat. Elleri sımsıkı yumruktu.Gözleri ise alev alev. Yaş

değildi gözlerinden düşen kandı, kızıl kandı düştüğü yeri boyayan.


- Sonra ,dedi Halil ?

Sonrası evlat, dört koca gün yemek vermediler. Neler yapmadılar ki. Beşinci

günün akşamı köyü yağmalayıp biz kilitliyken camiyi ateşe verdiler. Çekip gittiler

sonra.Kapıyı ateşin de etkisiyle kırdık, güç bela attık kendimizi dışarıya. Ama

birkaç kişiyi kurtaramadık. Çatı üstlerine çöktü. Nasıl unutulur, yaşlı yüreklerimiz nasıl dayanır onların feryatlarına...

Aklımda canlanan hatıralar... Kızım, evim, karanlık zindan, İhsan, kalpleri gibi

yüzleri de nurdan, vatan için yitip giden nice can ya bu kahraman insanlarla dolu

Anadolu m... Bu kin, bu öfkenin sebebi neydi? Nedendi bunca acının sebebi? Bu

insanların günahı neydi ve neydi kan bürüten şey gözleri?


Aklımda nice cevabı belli cevapsız düşünce gittikçe daha giriftleşirken Halil

artık gitme vaktidir dedi.


-toparlanın arkadaşlar ,dedim.

sonra ihtiyarlarla helalleştim ve bizimle konuşan yaşlı kurt :


-oğul,dedi bundan gayrı unutma bizi

mübarek ellerinden öptüm


-baba, dedim, gönlün ferah olsun. Yiten canlar canımız, kızlarınız bacılarımız ve

öcünüz ve ahınız artık bizim intikamımızdır.


Hadi kalın sağlıcakla.