Beni hüzünlendiren gülüşündeki tek gamze değil!
ya da gidişindeki umarsız öfke..
beni hüzünlendiren, belki de yıldızların en parlağıdır gözlerinde gördüğüm..
belki de hala izlerken ağladığım o eski Türk filmlerindeki siyah-beyaz ayrılık sahneleridir.
her şey geçmişte kaldı sanki
o sabırsız bekleyişler
heyecanlı gülüşler
sevdalı öpüşler..
sanki her şey ince bir çizgi olmuş,
her şey durmuş
her şey boşmuş..
saatler bile eskisi gibi döndürmüyor ne yelkovanını
ne akrebini..
ağaçların yeşili bile bir başka yeşil olmuş sanki
yada gökyüzünün maviliği..
derinlere,
taa.. derinlere bıraktım gökkuşağı rengindeki kalbimi,
bir uçurumun kenarından yuvarladım ümitlerimi,
bir kuşun gagasına bıraktım sevgimi
ve coşkulu nehirlerden dağların arkasına fırlattım ruhumu ve benliğimi..
artık hiçbir şey eskisi gibi değil
odam içine girdiğim zaman huzur vermiyor bana
kırmızı kurdelem eskisi kadar yakışmıyor saçıma
ve ben ağlamak yada gülmek arasında eskisi kadar yakın çizgilerde duramıyorum..
her şeyden vazgeçmiş gibi hissediyorum kendimi..
hayatla ne alıp veremediği olduğu anlaşılmayan,
içinde kendinden başka kimseye acıma duygusu bulunmayan,
terkedilmiş,
her şeye boş vermiş bir kadın gibi..
sessizliği seyrederken yumdum gözlerimi,
geçen günlerimizi düşündüm
kimse duymasın diye küçük harflerle söylediğimiz sözcüklerimizi
sadece birbirimize sakladığımız gözlerimizi
ve tatlı tebessümlerimizi..
artık ümitsizliklerime ümitsizlikler eklediğim her gece ve her gündüz
yine sana yazıyorum
yine sana..
ne kadar atsam da ruhumu denizlerden,
fırlatsam da sevgimi tepelerden,
gökkuşağı kalbimi derinlere bıraksam da
alışamıyorum cehennem misali yokluğuna
Beni hüzünlendiren gülüşündeki tek gamze değil!
Gülüşünü görememek…